Her
ikisi de var olmanın birleştirici süreçleridir; başkalarını etkileme,
ötekinin bilincini biçimlendirme, yoğurma, yaratma çabasıdır. Fakat bu
sadece, kişi kendi iç dünyasını, aynı anda ötekinin etkisine açarsa
olasıdır. (s. 7)
İçsel değerlerimizin iflasının tüm
sonuçlarını gördüğümüz bir geçiş dönemi olan 20. YY’da, aşk ve iradenin
kaynaklarını aramamızın özellikle önemli olduğuna inanıyorum. (s. 8)
- Şizoid Dünyamız
Geçmişte kendimizi yönlendirdiğimiz eski mitler ve simgeler yok artık; kaygı kol gezmekte ve biz, birbirimize
sıkıca sarılıp, hissettiklerimizin aşk olduğuna kendimizi ikna etmeye
çalışıyoruz. İrademizi kullanmıyoruz çünkü bir şeyi veya kişiyi seçersek
diğerini kaybedeceğimizden korkuyoruz. (s. 9)
Aşk ve seks teknikleri konusunda, basını
meşgul eden kitapların, haftalarca en çok satılanlar listelerinde
bulunmalarına rağmen, içleri boştur. Çünkü pek çok kişi, kurtuluşa
ulaşmak için kullandığımız tekniklerin çileden çıkmışlığıyla, aradığımız
kurtuluşun izini kaybetme derecesinin birbiriyle doğru orantılı
olduğunun farkındadır. Yolumuzu kaybettiğimizde daha hızlı koşmak, insanların eski ve ironik bir alışkanlığıdır.
Aşkın anlamını ve değerini unuttuğumuzda da, cinsellik konusundaki
araştırma, istatistik ve teknik yardımlara hücum ederiz. (s. 11)
…insanlar terapistlere, kaybettikleri iradelerinin yerine koyabilecekleri bir şey bulmak için gidiyorlar artık.
“bozuk irade çağı” (s. 12)
Bu bölümün başlığında kullandığım “şizoid”
terimi dünyayla ilişksini kesme, yakın ilişkilerden kaçınma, hissetmeme
anlamındadır… Terimi bireysel psikopatoloji açısından açıklayan Anthony
Storr, şizoid bir kişinin soğuk, ilgisiz, kibirli ve insanlardan kopuk
olduğunu savunur. Bu şiddetli bir saldırganlığa yol açabilir. Yine
Storr, bütün bunların bastırılmış bir aşk özlemi için karmaşık bir maske
olduğunu söyler. (s. 13)
Kahin Olarak Sorunlar
Sanatçı ve Nevrotik
Sanatçılar
ve nevrotikler, toplumların bilinçaltı ve bilinçdışı derinliklerini
bilmekte ve onlardan beslenmektedir. Sanatçı bunu olumlu, nevrotik ise
olumsuz bir biçimde gerçekleştirir. (s. 19/20)
Sie Herbert Read sanatçının ırkın gelecekteki bilimsel ve zihinsel deneyimini önceden sezdiğini belirtmiştir. (s. 20)
Şizoid olmak ve Cézanne olmak aynı anlama gelir. (s. 22)
Ancak şizoid bir kişi, şizoid bir dünyayı
resmedebilir, ancak altında yatan ruhsal çatışmaların içine dalacak
kadar duyarlı olan bir kişi, dünyamızı daha derin biçimleriyle, olduğu
gibi bize sunabilir. (s. 22)
Haberci Olarak Nevrotik
Kayıtsızlığın Doğuşu
Kayıtsızlık
ve duygu eksikliği aynı zamanda kaygıya karşı birer savunmadır. Bir
kişi sürekli olarak üstesinden gelemeyeceği tehlikelerle karşı karşıya
ise, son savunma hattı nihayet bu tehlikeleri hissetmekten bile
kaçınmaktır. (s. 29)
Kayıtsızlık; a-patos
Hissetmekten geri çekilme
Kayıtsızlık içinde yaşamak şiddete yol açar. (s. 33)
İç yaşam kuruduğunda, hissetme azalıp
kayıtsızlık çoğaldığında, kişi başkasını etkileyemediği ya da ona hiç
değilse gerçekten dokunamadığında şiddet, temas için şeytani bir
gereksinim, en dolaysız yoldan dokunmayı zorunlu kılan çılgın bir dürtü
olarak alevlenir. (s. 33)
Etkin bir şekilde nefret edilmek, etkin bir şekilde hoşlanılmak kadar iyidir; baştan aşağı dayanılmaz bir durum olan adsızlık ve yalnızlığı sonlandırır. (s. 34)
Birinci Bölüm
Aşk
- Seks ve Aşk Paradoksları
Batı geleneğinde dört çeşit aşk vardır.
Birincisi seks ya da şehvet diye adlandırdığımız libidodur. İkincisi
üreme veya yaratma dürtüsü –eski Yunanlıların deyişiyle, daha yüksek
varlık ve ilişki biçimlerine gereksinim- olan Eros’tur. Üçüncüsü Philia,
veya dostluk, kardeşlik sevgisidir. Dördüncüsü ötekinin refahı için
adanmış sevgi, ilk örneği insanın Tanrı sevgisi olan agope veya
Latinlerin adlandırdıkları biçimiyle caritas’dır. İnsanın her gerçek aşk
deneyimi, bu dördünün değişen oranlarda karışımıdır. (s. 41)
Cinsel Yaban
“Arzulayıpda bir şey yapmayan, kıran üretir.” William Blake (s. 43)
Teknikler Yoluyla Kurtuluş
Seks
tekniğini gereğinden fazla vurgulamak, sevişmeyi mekanikleştiren bir
tavra yol açar ve beraberinde yabancılaşmayı, yalnızlık duygusunu ve
benlik yitimini getirir. (s. 49)
Yeni Püritenler
Viktorya
dönemi insanı, sekse karışmadan aşkı elde etmeyi aradı; modern insan
ise aşka karışmadan seksi elde etmeyi arıyor. (s. 52/53)
Birinin kullanıldıktan sonra çöpe bile
atılmayacak kadar önemsiz olduğunu belirtmek için küçümseme sözü olarak
“s.ktir git” ya da “s.kerim seni” deriz. Bunun kazayla olduğunu
düşünmüyorum. (s. 55/56)
Freud ve Püritenlik
Freud,
cinselliğin dizginlenmesi ve yönlendirilmesi gerektiğine inanıyordu ve
bunun hem kültürel gelişim hem de kişinin kendi kişiliği için özel bir
değer taşıdığını düşünüyordu. (s. 58)
Sorunların Güdüleri
Geçmişte insanlar seksi yadsırken günümüzde seksin zorlanımlı bir zihin uğraşı olmasına yol açan nedir? (s. 62)
Daha iyi başarı için kendini daha az hisseder hale getirmek. (s. 65)
Sekse Karşı Ayaklanma
Seks
makineleştikçe, tutku önemsizleştikçeve hatta zevk azaldıkça sorunun
başa dönmüş olması şaşırtıcı değildir. Cinsel temas böylece rafa konup
uzak durulması gereken bir şey haline gelir.
“Şu anda anladığımız seks yakında ölebilir.” McLuhan (s. 72)
- Erosun Seksle Çatışması
“Aşk, tutku olmadan büyüyemez.” Themis (s. 76)
Bastırılmış Erosun Dönüşü
Yabancılaşma,
samimi bir biçimde yakınlaşma becerisi yitimi olarak hissedilir.
Duyduğum kadarıyla bu insanlar; “konuşmayı arzuluyor ama kurumuş
seslerimiz cam kırığı üzerindeki sıçan ayakları” diye bağırıyorlar.
Birbirimizi duymadığımız için yatağa giriyoruz; birbirimizin gözlerine
bakamayacak kadar utangaç olduğumuz için yatağa giriyoruz, yatakta baş
çevrilebilir. (s. 85/86)
Seksi erostan ayırdık ve sonra erosu
bastırmaya çalıştık, yadsınmış erosun bir ögesi olan tutku daha sonra
onun bastırılmışlığından kurtulup kişinin tüm varlığını altüst etmek
için geri dönecektir. (s. 86)
Eros Nedir
Seks; Latince “ayrılma” anlamındaki sexus’tan gelir
Eros; kaderdir.
İnsanoğlu sürekli değişmektedir. (s. 94)
Peki bu değişimin içinde, bu farklılığı bir arada tutan nedir? Erostur. (s. 95)
Eros kendini gerçekleştirmeye doğru iter,
fakat bu kişinin öznel kaprisleri ve edilgen bir dünya dileklerinden
doğan benmerkezci iddiası değildir.
Doğaya
veya gerçeğe “hakim olma” fikri Yunanlıları dehşete düşürürdü ve hemen
kibir veya tanrıları gücendirecek, insanın kıymetine kesin bir davetiye
çıkaracak haddinden fazla gurur damgası yerdi. Yunanlılar her zaman
nesnel, verilmiş dünyaya hürmete varan bir saygı gösterdiler. (s. 97)
Freud ve Eros
Freud
tamamıyla tatmin olmuş bir libidonun, ölüm içgüdüsü yoluyla özkıyıma
götüreceğini anlar, ve Eros –yaşam ruhu- kendisiyle çatışırken yok olan
libidoyu kurtarmak için çağırılır. (s. 99)
İnsanın varoluşu artık yeni bir devler savaşından ibarettir; Thanatos’a karşı Eros.
Erosun Birliği: Bir Vaka İncelemesi
Duygu
içinizden gelen öznel bir itiştir, duygular sizi harekete geçiren
güçlerdir ve şu anda hissettiklerinizi yansıtmanızı sağlayanlardır.
Hissetmek, yalnızlıkları azaltmak yerine daha acı verici kılar, bu yüzden hissetmeyi bırakırlar. (S. 110/111)
Eros Hastalanıyor
Eros, Aphrodite’in olduğu kadar Ares’in de çocuğudur. Yani aşk, ayrılmaz bir biçimde saldırganlıkla bağlantılıdır. (s. 116)
Eros tutkuyu yitirdi ve yavanlaştı, çocuklaştı, sıradanlaştı. (s. 117)
Eros, bir kültürün canlılık merkezidir,
kalbi ve ruhudur. Gerilim boşaltımı yaratıcı erosun yerine geçtiğinde,
uygarlığın çöküşü kesinleşir. (s. 120)
Aşk ve Ölüm
Ölümle yüzleşmek aşk ve tutku için bypass’tır.
Eros “tüm tanrılarda tüm insanlarda… uzuvların gücünü kırar!” Eros, yarattıkça yıkar. (s. 122)
Ölümlülük İması Olarak Aşk
…bilinç yoğunluğu…
…ölüm her zaman aşk hazzının gölgesindedir.
O ürkütücü, akıldan çıkmayan “bu yeni ilişki bizi yok edecek mi?”
sorusu, belli belirsiz de olsa hep mevcuttur. Aşık olduğumuzda,
benliğimizin merkezinden vazgeçeriz. Önceki varoluş durumumuzdan alınıp
boşluğa fırlatılırız ve yeni bir dünyaya, yeni bir varoluşa ulaşmayı
umsakda, bundan asla emin olamayız. Hiçbir şey aynı gözükmez. Dünya yok
edilmiş, bir daha kurulacağını nasıl bilebiliriz. Kendi merkezimizi
veririz ve ondan vazgeçeriz. (s. 123)
Güvenlik teminatının olmayışı.
Tehlike algısı -> Aşk!
Çocuğa duyulan sevgi, daha büyük bir savunmasızlık deneyimidir. (s. 124)
“Hiç ölmeyeceğimizi bilsek, tutkulu biçimde sevebilir miydik?” A. Maslow
Mitolojideki tanrıların yavan aşkları (???)
Aşk ölümlülük duygularımızla yalnızca zenginleşmez, onlardan oluşur. (s. 125)
Ölüm ve Cinsellik Saplantısı
Cinsel etkinlik, içsel ölüm korkusunu susturmanın ve üreme simgesi sayesinde, onu yenmenin en kolay yoludur. (s. 130)
Doğaya
yabancılaşmamız ne kadar büyükse, -yabancılaşmanın en büyük simgeleri
atom bombası ve radyasyondur- ölüme de o kadar yakınızdır. (s. 131)
(Mit terimini yaygın olan “yalan” anlamında
değil, tarihsel açıdan doğru olan deneyime anlam katan yön veren
psikobiyolojik örüntü anlamında kullanıyorum) İktidar miti rönesanstan
bu yana, Batılı insanın kimlik mücadelesinde merkezi bir rol oynamış,
psikolojik ve ruhsal kişiliğinin biçimlenmesinde özellikle önemli
olmuştur. Batılı insanın, fiziksel bilimlerde ve sanayileşmede şaşırtıcı
başarılara yol açan doğayı kullanma uğraşı, ondokuzuncu yüzyıl ve
yirminci yüzyılda insanı da kapsamına almıştır. Buna göre kendimi
kullanarak iktidar kazanıyorum. Fakat bunda başarılı olursam, gerçekten
iktidarlı olamam; çözülemez bir ikileme düşüyorum. Benliğim kullanılmaya
boyun eğen hareketsiz bir canlı parçası. Kendini kullanma, başkasını
kullanma gibi, iktidarı asla artırmaz, tam tersine onu zayıflatır. (s.
132)
…trajediyi yaygın olan “felaket” anlamında
değil, aşkın hem neşe hem yıkım getirdiğinin özbilinçli, kişisel fark
edilişi anlamında kullanıyorum… Cinsel aşkın, insanları sadece
kendilerini değil aynı zamanda başka bir sürü da yok edebilecek
durumlara iten bir gücü olduğunu anlatmaya çalışıyorum. (s. 135)
Trajik, insan yaşamına zenginlik, değer ve
saygınlık kazandıran bilinç boyutunun bir dışavurumudur. Bu nedenle,
trajik sadece –eski Yunan anlamında acıma, duygudaşlık ve anlayış gibi-
en insancıl duyguları mümkün kılmakla kalmaz, onsuz aşk aşırı
tatlılaşır, yavanlaşır ve eros hiçbir zaman büyümeyen hastalıklı çocuğa
dönüşür. (s. 135)
Didi “gidelim” der ve oyunun sahne
talimatları, “kıpırdamazlar” diye belirtir. Çağdaş insanın irade sorunu
önemli eylemlerde bulunmamasını daha iyi anlatan bir parça yoktur. (s.
137)
Trajik ve Ayrılık
Aşkın
trajik yönünün bir başka kaynağı vardır. Bu da, birbirimizi sürekli
arzulamamıza, geçici olmaya mahkûm tamamlama hasretine yol açan, kadın
ve erkek olarak yaratılmış olduğumuz gerçeğidir. (s. 137)
“Hiç haz almadı. Bu yüzden yalnı adam haz almaz.” Upanişad
Bunun üzerine “boşluğu doldurmak için kadın yaratılmıştır.” (s. 139)
Etrafta kadın olduğunda daha erkeksi
olduğumuzu, onların da daha kadınsı olduklarını ileri sürüyorum. İki
cinsin de, karşı cinsin özyapısını vurgulama işlevi vardır.
…cinsler adeta birbirini ateşler. (s. 140)
On dokuzunu yüzyılın sözde erkeksi
erdemlerinin, erkeğin iktidarını kanıtlaması için sadece doğayı değil,
kendini ve yoluna çıkan tüm kadınları da fethetmesini gerektirdiği
doğrudur. (s. 142)
…erkek, belli bir noktanın üzerinde heyecanlandığında kendini tutması imkansız hale gelir. (s. 143)
…kadın ilk aşkını tattığı gün onu ikiye
keser. Erkek ilk aşkından sonra öncesi gibidir. Kadın ilk aşkından
itibaren başkadır. Bu yaşamı boyunca sürer. Erkek, kadınla bir gece
geçirir ve gider. Yaşamı ve bedeni hep aynıdır. Kadın gebe kalır. Anne
olduğunda, çocuksuz kadından farklı bir insandır… (s. 143)
Gebelik Önleyiciler ve Trajik
Gebelik
önleyiciler, tüm aletler ve makineler gibi özgürlük ve seçme alanımızı
artırabilir. Fakat bize verilen bu yüce özgürlük ve güç aynı zamanda
kararlılığımızı, kendini artık seksin ve aşkın sıradanlaşmasıyla dışa
vuran kararsızlığı ve kaygımızı da artırır. (s. 148)
Gebelik önleme yardımıyla, seks en azından
bazı durumlarda tümüyle kişisel bir ilişki haline gelebilir. Bunun
yarattığı sorun da bu kişisel ilişkinin anlamını bulmak gibi büyük bir
sorundur. (s. 149)
- Aşk ve Daimonik
“Şeytanlarım beni terk ederse,
Korkarım meleklerim de uçup gider…” Rilke (s. 150)
“Eros bir daimondur.” Platon (Şölen)
Yunanlılar için çok doğal olan Eros’u daimonikle bağdaştırmak, tüm çağdaş aşk kuramlarının takılıp düştüğü engeldir.
Daimoniğin
zıt kutbu ussal güven ve sakin mutluluk değil, “cansıza dönüş”:
Freud’un deyişiyle ölüm içgüdüsüdür. Daimoniğin karşıtı kayıtsızlıktır.
(s. 150)
Daimonik, vicdan değildir; çünkü vicdan,
kültürel göreneklere ve psikanalitik anlamda süperegonun gücüne bağlı,
büyük ölçüde sosyal bir üründür… İyi ve kötünün ötesindedir.
Heidegger
ve daha sonra Fromm’un dediği gibi, insanın “kendine geri dönüşü” de
değildir; çünkü kaynağı, benliğin, benlikten öteye giden doğal güçlerde
kök salmış ve kaderin bizi ele geçirişinin hissedildiği o alanlarda
yatar. (s. 152/153)
Daimonik, tam olarak benlik değil, daha çok varlık zemininde yükselir. (s. 153)
Yunan dilinde mutluluk iyi bir dehayla
kutsanmanın bir sonucuydı. Mutluluk, kişinin daimonuyla ahenk içinde
yaşamasıdır. (s. 153)
“Genius” (Latince kökü “Genere”), üretme,
doğurma anlamında olduğundan, daimonik de bireyin içindeki üretici
sürecin sesidir. (s. 153)
Daimonikte canlılığımız, kendimizi erosun gücüne açabilme yetimiz yatar.
Daimoniği yönetmek ve yönlendirmek gerekir. (s. 154)
“Daimonik, doğanın gücüdür.” Goethe
(Daimonik) Bir gece sarhoş arkadaşlarıyla
eve dönen baba Karmazov, geri zekalı kadınla hendekte ilişkiye girmeye
yüreklendirilir ve bu sırada katilinin tohumlarını atar. Çünkü
Dostoyevski, sanatçının gerçek daimonik içgüdüsüyle, bu ilişkiden doğan
çocuğa babasını öldürtür. (s. 155)
Daimonik asla ussal bir “hayır”ı kabul etmez.
Bu
bakımdan daimonik, teknolojinin düşmanıdır. Kendimizi robot gibi teslim
ettiğimiz hiçbir saat başını, dokuz-beş mesaisini veya montaj hattını
kabul etmez.
“Har şair, şeytan heyetindendir.” Blake
“Ve kalbimde daimonlar ve tanrılar
Sonsuz bir savaş sürdürüyorlar.” Yeats (s. 156)
Terime İtirazlar
Daimonik kavramı gerçek nedenlerden değil
simgelediği şeyi inkâr etme mücadelemiz yüzünden bu denli kabul edilmez
görünmektedir. Narsizmimize büyük bir darbe indirir. (s. 159)
İlkel Psikoterapide Daimon
Daimoniği
içinize alamazsınız, o “sizi iradesi altına alır. Daimonik iradesini
yenmenin tek yolu, onunla yüzleşerek, onunla hesaplaşarak, onu özsisteme
katarak idare altına almaktır. (s. 164)
Bazı Tarihsel Araştırmalar
Arkaik
Yunanistan’da daimon terimi theos terimiyle, birbirinin yerine geçer
şekilde kullanılıyordu ve kadere benzer bir anlamı da vardı. Kader gibi,
Homeros veya Platon öncesi yazarlar tarafından (? Kimse onlar) asla
çoğul olarak kullanılmazdı. “Kaderim” olduğu gibi, “daimonum” da var.
Mirasçısı olduğumuz bir yaşam koşulunu yansıtır. (s. 165)
“İnsanın öz yapısı onun daimonudur.” Herakleitos (s. 166)
Daimonik hem nesnel hem özneldir. Sorun
daima daimonun her iki yönünü de görmek, bireyin iç deneyim olgusunu,
doğayla, kaderle ve varlığımızın temeliyle olan ilişkilerimizi devamlı
psikolojikleştirmeden görmektir.
Daimonik
tamamen nesnel olursa, insanın dış güçlerin kurbanı olduğu batıl
inançlara kayma tehlikesi yaşarsınız. Öte yandan, onu tamamen öznel
olarak alırsanız, daimoniği psikolojikleştirirsiniz; her şey yansıma
oluverir, git gide daha da yüzeyselleşir; doğanın gücünden yoksun
kalırsınız. Varoluşun hastalık ve ölüm gibi nesnel koşullarını yoksaymış
olursunuz… Böylesine bir tekbenciliğe tutulduğunuzda, son umudunuzu
bile yitirirsiniz. (s. 167)
MÖ. beşinci yüzyılın sonlarında daimonik,
insanın akli özeliğinin koruyucusu olmuştur. İnsanın kendini
gerçekleştirmesinde yardımcısıydı; özerkliğini yitirmek üzereyken onu
uyaracaktı. (s. 167)
Daimonik / daimon ilahiyle insan arasındaki köprüdür. (s. 169)
Şeytan
ve iblis, Yunancadaki diabolos sözcüğünden gelir; bunun çağdaş
İngilizcedeki karşılığı “diabolic”tir. Diabolic, diabolos sözcüğü
ilginçtir ki “parçalara ayırmak” (diabollein) anlamındadır. Diabolic
sözcüğünün zıt anlamlısının da “symbolic” oluşu dikkat çekicidir. İkinci
sözcük “sym-bollein” den gelir ve bir araya getirmek, birleştirmek
anlamına gelir. Bu sözcüklerde, iyi ve kötünün varlıkbilimine dair büyük
çıkarımlar yatar. Symbolic, bireyi kendisine ve topluluğuna çeken,
onlara bağlayan ve onlarla bütünleştirendir, diabolic ise tersine,
dağıtan ve parçalayandır. Her ikisi de daimonikte mevcuttur. (s. 170)
…şeytan bahçede,
doğanın açıkça daimonik öğesi olan yılanı yardıma çağırmıştır. Cennete
şeytan şehvetin daimoniğinin ve insanı tanrı gibi ölümsüz kılacak bilgi
yoluyla güç kazanma arzusunun vücut bulmuş halidir. Tanrı, Adem ve
Havva’yı “iyi ve kötü bilgisinin ağacından yedikleri için azarlamıştı ve
“ya ebedi hayat ağacının meyvesini yerlerse” diye kaygılanmıştı.
Bahçedeki bu oyun ve İsa’nın dağda aklının çelinişi, şehvet ve güç gibi
daimonik dürtülerin simgesel temsilleridir. Şeytan da bu daimonik
dürtülere vücut veren simgedir. (s. 171)
Bir zamanlar başmelek olan şeytan, iblis ve
diğer daimonik kişiler psikolojik olarak gereklidir. İnsan eylemini ve
özgürlüğünü mümkün kılmak için icat edilmeliydiler, yaratılmalıydılar.
Yoksa bilinç olmazdı. (s. 171)
Yoksa bilinç olmazdı çünkü her düşünce
yarattıkça yıkar; buna “evet” demek, şuna “hayır” demek ve “evet”in
kararsızlığının içinde “hayır”ı tutmaktır. Bir şeyi algılamak için diğer
şeyleri dışarıda bırakmalıyım. Çünkü bilinç ya/ya da yoluyla işler;
yapıcı olduğu kadar yıkıcıdır. Başkaldırı yoksa bilinç de yoktur. (s.
171)
Şeytanlar ve melekler arasındaki ikileşim Ortaçağ boyunca sürüp gitti ve daimonik sözcüğü artık “demon”du. (s. 172/173)
Doğada keşfedilmiş canlı ve cansız, ruhlu
ve ruhsuz, sadece çelişkilerde ortaya çıkan ve bu nedenle bir kavramla
anlaşılmaz, yine de tek bir sözcükten az… yalnızca imkânsızca zevk
buluyor gibiydi ve imkânlıyı kendinden iğrenerek atıyordu.
Diğer
tüm ilkelere adeta karışan, onları ayıran ve birleştiren bu ilkenin
adını, eskilere ve benzer bir şeyin farkına varanlara dayanarak,
daimonic koydum. (Goethe) (s. 174/175)
Aşk ve Daimonik
…kişi kendini ortaya koyamazsa, gerçek bir ilişkiye katılamaz. (s. 180)
Yunanlıların uygarlık olarak böylesine
üstün bir düzeye yükselmelerinin ana nedenlerinden birinin, daimonikle
yüzleşme cesaretleri ve açıklıkları olduğunu öne sürme cüretini
gösteriyorum. (s. 185)
Daimonik = Baştançıkarıcı keşif arzusu / başkaldırı
…Dünyayı
yitirmek benliği yitirmektir, benliği yitirmek de dünyayı; benlik ve
dünya ilişkilidir. Kaygının işlevi benlik-dünya ilişkisini yok etmektir.
Yani kurbanın mekânda ve zamanda yönünü kaybettirmektir. (s. 187/188)
- Diyalog İçinde Daimonik
Diyalog ve Bütünleşme
Daimoniği anarşiden ayıran en önemli ölçüt diyalogdur.
Diyalog, insanın ilişki içinde varolduğunu ima eder.
İletişim cemaati varsayar, bu da sırasıyla cemaatteki insanların bilinci arasında bir paylaşım anlamına gelir.
Logos – gerçekliğin anlamlı yapısı / dia – logos (s. 192)
…yüzleşilmediğinde daimonik düşmana yansıtılır. (s. 195)
Rakiplerimizle savaşırken, yadsımış da olsak aslında kendimizle savaştığımızın pek farkına varamayız. (s. 195)
Daimoniğin Aşamaları
Daimonik ve Adsız
“Daimonik adsızlıktır.” Ricoeur
Sanayileşmiş bujuva toplumumuzda insanın daimondan kaçınmasının en etkili yolu kendini sürüde kaybetmesidir. (s. 198)
Bu uymacılık ve adsızlık, daimonik
güdülerimizin tatminini sağlarken bizi onların sorumluluğundan, yükünden
kurtarır. Fakat aynı zamanda daimoniğin kişilikdışı kalmasını da
sağlar. Daimonik güçleri bireysel bütünleşme için kullanışsız kılarlar;
kişinin ödediği bedel, kendi becerilerini kendi özel yoluyla geliştirme
fırsatını yitirmesidir. (s. 199)
(Televizyon
aracılığıyla odasından çıkmasa bile) o hepsini tanır, fakat o hiçbir
zaman tanınmaz. Adı bilinmez. Hep diğer on binlerce adsız yabancının
metroda ittikleri yabancı olarak kalır. Bunun içinde derinden kişiliksizleştirilen bir trajedi vardır.
“Adları, yaşayanların kitabından silinecektir.” Yehova (s. 199)
Yalnızlık ve onun üvey çocuğu olan yabancılaşma, daimonik cinneti biçimleri olabilirler. (s. 200)
İnsan olmak, adsızla kişisel arasındaki
sınırda var olmak demektir. Daimoniği yönlendirebilirsek daha çok
bireyselleştirebiliriz; yayılmasına izin verirsek adsızlaşırız. İnsanın
ödevi, bilincinin derinleşmesi ve gelişmesi sayesinde daimoniği kendine
katmaktır. (s. 201)
Daimonik ve Bilgi
Bilmek tehlikelidir ama bilmemek daha tehlikelidir. (s. 204)
İnsan kendisi hakkında ne kadar bilgiye dayanabilir? (s. 204)
Tanrı seni, kim olduğun bilgisinden korusun! (s. 205)
Daimoniği Adlandırma
Geleneksel
olarak insanın daimoniği yenmesinin yolu onu adlandırmaktır. Bu yolla
insan önceleri tehditkâr bir kişilikdışı kaos olandan kişisel anlam
çıkarır. (s. 206)
Adlar kutsaldır. Adlandırma, kişiye diğer insan ya da şey üzerinde bir güç kazandırır.
Sözcükler insanı doğanın geri kalanından ayırandır ve sözcükler onu kullanmaya cesaret edenler için tehlikelidir. (s. 208)
“…adın ne?”
“Yakup”
“Adın bundan böyle Yakup değil İsrail olacak, çünkü Tanrı’yla ve insanla çekiştin ve üstün geldin.” (s. 209)
“Kişinin kendini yazıda ifade etme
gereksinimi, yaşama uyumsuzluktan veya eylemle çözemediği (…) içsel bir
çatışmadan kaynaklanır.” A. Maurois (s. 210)
Hiçbir yazar sorununa yanıt bulduğuna dair
yazmaz; daha çok sorunu olduğuna ve çare istediğine dair yazar. Çare
çözümden oluşmaz, yazarın sorunuyla güreşmesi sayesinde, daha derin ve
daha geniş bir bilinç boyutuna taşınmasından oluşur.
…
Van
Gogh sakattı, Nietzsche sakattı, Kierkegaard sakattı. Bu, yaratıcı
insanın yaşadığı yüksek bilincin bıçak kadar keskin kenarının
tehlikesidir. Hiçbir insan Tanrı’yı görüp de yaşayamaz.
Bu bilinç paradoksudur; insan ne kadar özfarkındalığa dayanabilir?
Yaratıcılık kişiyi bilincin sınırlarına götürüp onu daha öteye iter mi? (s. 211)
Diagnosis = İyice bilmek
Eumenides = Merhamet işçileri
2. Bölüm
İrade
İrade Bunalımda
Kişisel Sorumluluğun Zayıflaması
Kendimizi
tarihimizden ayırmadan, bilincimizi sakatlamadan, bu bunalımı yarıp
yeni bir bilinç ve bütünleşme düzlemine çıkma fırsatını kaçırmadan
Freud’un keşiflerini görmezden gelemeyiz ya da bir kenara atamayız.
İnsanın benlik imajı bir daha asla aynı olmayacak; tek seçeneğimiz
göklere çıkarılan “irade gücü”müzün yıkımı karşısında geri çekilmek veya
bilincimizi yeni düzeylerde bütünleştirmeye çabalamaktır. İlkini
yapmayı dilemiyorum ya da “seçmiyorum”; fakat sonuncuyu henüz
başaramadık ve irade bunalımımız öyle bir durumda ki ikisi arasında felç
olmuş durumdayız. (s. 226)
Kişinin kaderi eskiden nasıl irade tarafından belirleniyorduysa şimdi de bastırılımış zihinsel yaşam tarafından belirlenir.
İrade nasıl değer yitirdiyse cesaret de yitirmiştir; çünkü cesaret yalnızca iradenin hizmetinde varolabilir ve hizmet ettiği şeyden daha fazla değerli olması zordur. (s. 227)
İradedeki Çelişki
Tanrı kaostan biçim yaratmıştı ve biz biçimden kaos yarattık. (s. 228)
John Vakası
…Katatoniğin
patolojik dünyasında, bizim gerçeklik dünyamızda kısılıp kaldığımız
çıkmazın aynısına kısılır. Katatoniğin sorunu değerler ile iradeye
dayanır ve hareketsizliği yaşantıladığı çelişkinin bir dışavurumudur.
(s. 233)
…hareketsizlik sınırını aşabileceği tek
eylem intihar etmekti. Böylece inrihar etmek yaşamaktı, ona kalan tek
yaşama eylemi. (s. 235/236)
Psikanalizde İrade
Yanılsama ve İrade
…ego tanımı itibariyle kişiliğin bir parçasıdır, bir parça nasıl özgür olabilir? (s. 245)
8. Arzu ve İrade
Arzu ve İrade
İrade Gücünün Ölümü
Freud’un İrade Karşıtı Sistemi
Arzu
Bizi harekete geçiren “irade” değil “arzu”dur. (s. 257)
“Arzu en insani eylemdir.” William Lynch (s. 261)
Arzulamama Hastalığı
Arzulamayı bırakmak ölmek ya da en azından ölüler ülkesini mesken tutmaktır. (s. 263)
Arzulama Yetisinin Yokluğu
W. Lynch, hastalığa neden olanın arzulama değil arzulama eksikliği olduğu savını geliştirir…
Arzuyu “hayalde olumlu görüntüleme” olarak tanımlar. (s. 266)
…irade özbilinçlilik gerektirir, arzu
gerektirmez. İrade ya / ya da seçiminin olasılığını ima eder, “arzu”
etmez. “Arzu”, “irade”ye sıcaklık, içerik, hayal gücü, çocuk oyunu,
tazelik ve zenginlik kazandırır. “İrade”, “arzu”ya benlik yönü, olgunluk
kazandırır. “İrade”, “arzu”yu korur, onun çok büyük tehlikelerle
karşılaşmasını önler, devamını sağlar. Fakat “arzu” olmadan “irade”
yaşam gücünü, canlılığını yitirir ve kendiyle çelişerek yok olur.
Sadece
“irade” var “arzu” yoksa elinizde kurumuş, Viktorya dönemi, neopüriten
insan kalır. Sadece “arzu” var, “irade” yoksa, elinizde çocuk kalmış
yetişkin olarak robot adama dönebilecek, yönlendirilen, özgür olmayan,
çocuksu insan kalır. (s. 269)
William James ve İrade
“…yaşamı boyunca tereddütlülükten ve kararsızlıktan mustaripti.”
…
“Bozuk irade çağı” (s. 270)
Soru şu; neden bir şey ilgimi çekmez…
İrade uygulamasına harcanan çaba gerçekte dikkat çabasıdır. (s. 272)
…Kısaca nesnelerle ve benlik arasında
belirli bir ilişki anlamına gelen irade ve inanç, tek ve aynı psikolojik
olgunun iki adıdır.
Mümkün olan en kısa formül belki de, inanç ve dikkatimizin aynı şey olduğudur. W. James (s. 273)
9. Amaçlılık
Amaçlılık bilincin esasını oluşturur.
İlk
olarak bu terim ne anlama gelir? Bunu iki aşamada tanımlayacağız; ön
aşama, amaçlarımızın dünyayı nasıl algıladığımıza göre sonuca
götürdüğüdür. Fakat bu, amaçlılığın sadece bir yönüdür. Diğer yönü, bir
nesneden geldiğidir. Amaçlılık bu ikisinin arasındaki köprüdür. (s. 278)
Amaçlılığın Kökleri
“Gözlere verilen, ruhun amacıdır.” Aristoteles (s. 278)
“Amaçlılık, aklın anlaşılan şeye dair ne kavradığıdır.” St. T. Aquinas (s. 279)
Akıl, zekâ eyleminde bilgilendirilme yoluyla, alışılmış şeyin amacını biçimlendirir.
Birine bir şey söylemek, onu bilgilendirmek, onu biçimlendirmektir. (s 279)
Husserl, bilincin asla öznel bir boşlukta var olmadığını, daima bir şeyin bilinci olduğunu öne sürdü.
Bilinç sadece nesnel dünyasından ayrılmamakla kalmaz, dünyasını da oluşturur. Bunun sonucu, “anlamın aklın amacı” olduğudur. (s. 281)
Aldırış, Kant’ın anlayışına benzer bir anlamda dünyamızı kurandır. (s. 282)
Amaçlamak, amaç = Latince’de “intendere” gövdesinden gelir.
Tendere = gerilim, -> intendere = esnemek
Intent = niyet
Intention = amaç (s. 283)
Bir şey istemezsem, onu asla bilemem ve onu bilmezsem, istememin bir içeriği asla olmaz.
“Sadece anlam yaratır” (s. 286)
Psikanalizden Örnekler
Özgür çağrışım saf bilinçli amacın ötesine gitme ve kişinin benliğini amaçlılık dünyasına teslim etmesi tekniğidir. (s. 291)
Algılama ve Amaçlılık
Bir şeyi tasarlayamadan onu algılayamam. (s. 293)
Conceive = Anlamak, kavramak, tasarlamak aynı zamanda “gebe kalmak”
Beden ve Kasıtlılık
Kişi bedensel isteklerini dikkate almadan kesinlikle karar insanı olamaz. (s. 295)
Bedensel arzular iradeyle bütünleştirilmeli, yoksa biri diğerini engeller.
Duyular, beden içi değişimlerin algısı
Kültürün yabancılaştırdığı bedenle hesaplaşma. (s. 296)
Bedensel isteklere karşı değil, beden ile isteme, içeriden isteme vardır. (s. 297)
Bedenim birey olduğumun en eşsiz ifadesidir. (s. 298)
İrade ve Amaçlılık
İnsanoğlunun kimliği yaşantıladığı yer amaçlılık ve iradededir.
Descartes,
o ünlü “düşünüyorum, öyleyse varım” cümlesinde hatalıydı, çünkü kimlik,
düşünceden gelmez; düşünselleştirmeden hiç gelmez. (s. 302)
Güçlerimi harekete geçirme beklentim ve
olanağım varsa, ilerlerim. Fakat kaygı boğucu hale gelirse, hareket
olasılıkları silinir.
Nevrotik kaygı, amaçlılığı yok eder.
Amaçlılık olmadan gerçekten de “hiçbir şey”izdir. (s. 303)
10. Terapide Amaçlılık
“Ne
teorik ne de pratik alanda, risk veya tehlike sınırında yaşama hissi
olmayanlara aldırmayız, onların yardımına gitmeyiz.” William James (s.
305)
Nevroz, kabaca, kişinin kendini gerçekleştirememesinin iki yolu arasında bir çatışma olarak tanımlanabilir. (s. 306)
Presto Vakası
Dün
gece bazı rüyalar gördüm, onları anımsıyorum ama gördüğümü
hatırlıyorum… Hatırlasaydım, bir şey değişecekti… Kendime temas
edebilecektim… İnce bir duvar… Neden onu geçemiyorum? (s. 309)
…hiç olmadığım kadar kötüyüm. Bu bir alışkanlık… Hiç ilgimi çekmiyor. (s. 310)
…Yani, istediğimi düşündüm… ya da istemeliyim, Tanrım, bilmiyorum. (s. 313)
…Kişi en azından tüm sorununu kassal
davranış düzeyinde tutarsa, daha güç olan özsaygı tehdidiyle yüzleşmek
zorunda kalmaz. (s. 322)
Yetişkin hastalarda, eylemleme, genellikle
arzuyu veya niyeti bilinçliliğe dönüştürmeden ondan kurtulma çabasıdır.
Eylemlemeden amaçlılıkla yaşamak kolay değildir, Niyet ve eylem kutupluluğunda yaşamak, kişinin kaygıyla yaşaması demektir.
Bundan
dolayı hastalar eyleme dönüştüremezlerse, tam tersini yapıp, niyeti
olduğu gibi reddederek gerilimden kaçınmaya çalışırlar. (s. 323)
Kültürlü hasta, amacı düşünselleştirme
yöntemini kullanır ve bu şekilde duygularını yadsır, tüm deneyimi
kısırlaştırır ve deneyimin içini boşaltır. Böyle bir hastanın yaptığı
tam da amaçlılığı deneyimden çıkarmaktır. Onu kısırlaştırır, böylece
hiçbir şeyi gerçekten amaçlamaz; hiçbir şeye doğru hareket etmez ve
ayrık bir fikri tartışır. (s. 323)
Terapide Aşamalar
Arzudan İdareye
İkinci
boyut farkındalığı özbilince dönüştürmedir. Bu insanoğlunun ayırt edici
farkındalık biçimiyle, yani bilinçle bağlantılıdır.
Köken olarak “con” ve “scire”den gelen bilinç terimi (consciousness) “birlikte bilmek” anlamına gelir. (s. 330)
Tennyson’ın çatlak duvardaki çiçeği
gördüğünde söylediği gibi: “Tanrı ve insanın ne olduğunu
anlayabiliyorum.” İnsan yaratıcılığının ortaya çıktığı boyut budur.
İnsan saf hazla kalmaz, deneyimini diğer insanlara ileteceğini umduğu
bir resim çizer ya da bir şiir yazar. (s. 331)
Arzu ve İradeden Karara
Sorumluluk
karşılıklı olmayı, karşılık vermeyi gerektirir… Bu boyuta, arzular ve
kendini ortaya koyan iradeyi yadsıyarak ulaşılmaz. Bu boyut, önceki iki
boyutu bütünleştirir ve mevcut kılar.
Kullandığımız
anlamda karar, önceki iki boyuttan, arzularla güçlenen ve zenginleşen,
iradeyle kendini ortaya koyan ve uzun dönemdeki hedeflerini
gerçekleştirmede kişinin benliği için önemli olan kişilere karşılık
veren, onlar için sorumlu bir eylem ve yaşama yapısı yaratır.
(Sullivan,
Buber) hepsi arzu, irade ve kararın, bireyin yalnızca tatmini için
değil varoluşu için ihtiyaç duyduğu ilişkiler bağı içinde meydana
geldiğini öne sürer. (s. 332)
İnsan Özgürlüğü
“Karar” ne arzu ne de irade eylemi, ne ilişkinin birleşimidir.
…bir
şeye karar vermek onu almak için çabalayacağımı resmen (kendime)
açıklamamdır. Bu nedenle karar vermek bir bağlılıktır. Tüm varlığımın
katıldığı bir eylemdir. (s. 333)
Özgürlüğümüz gerekircilik yönetimi ele
geçirdiğinde bize kalan eksi alansa, artıklarsa, gerçekten kaybolduk
demektir. Özgürlük ve seçim küçülür, yeni gerekircilik keşfedilene kadar
masadan bize geçici olarak atılan kırıntılar oluverir. O zaman da
insanın iradesi ve özgürlüğü çocukça saçmalıklar haline gelir. (s.
333/334)
Cennet
Bahçesi’nden bilince “düşmeden” önceki ya da bebeğin bilince ulaşmaya ve
onu genişletmeye çabalamaya başlamadan önceki saf özgürlüğü… (s. 334)
Ögürlük asla, sanki “irade”miz
gerekircilikten geçici bir sınır indirimiyle çalışırmış gibi kanuni
vazgeçiş olamaz. Tasarlama, biçimlendirme, hayal kurma, değer seçme,
amaçlılık insan özgürlüğünün nitelikleridir.
Özgürlük ve irade gerekircilikten vazgeçişimize değil, onunla ilişkimize bağlıdır. Spinoza, “özgürlük”, gerekliliği tanımadır” diye yazar. (s. 334)
Kaderimizin eşyaratıcılarıyız. (s. 335)
(William James) Yirmili yaşlarının sonunda
ve otuzlu yaşlarının başında, depresyonuyla felç olduğu ve hiçbir şey
isteyemediği beş yıldan sonra, bir gün özgürlüğe inanma şeklinde bir
irade eyleminde bulunabileceğini farketti.
Özgürlüğü istedi, onu bir karar haline getirdi. “Özgürlüğün ilk eylemi, onu seçmektir.” diye yazdı. (s. 336)
3. Bölüm
Aşk ve İrade
Aşk ve İrade İlişkisi
Birbirini Tıkayan Aşk ve İrade
Kaderimin efendisi olmaya bağlanmalıysam, kendimi asla tutkuya bırakmayacağım, çünkü tutkulu aşkın trajik olasılıkları vardır… Eros “uzuvların gücünü kırar” ve “zekânın tüm kurnaz planlarını alt eder”. (s. 343)
İradeden
ayrılan aşk, ya da iradeyi engelleyen aşk, tutkuyu katmayan tutkuyla
büyümeyen bir edilgenlikle nitelenir; bu nedenle böyle bir aşk çözülme
eğilimindedir. (s. 345)
Dış rehberler yoksa ahlakımızı içe
yönlendiririz; bireyden artık yeni bir kişisel sorumluluk talep edilir.
İnsan olmanın ne demek olduğunu daha derin bir düzeyde keşfetmemiz
gerekmektedir. (s. 346)
Örnek Olarak İktidarsızlık
İktidarsızlık amacın değil amaçlılığın başarısızlığıdır. (s. 347)
Hayal ve Zaman
Zamanın
önemi erosu seksten ayıran özelliklerden biridir. Eros diğer insanı ilk
gördüğü anda devreye girer. Bir anda sevilen, geçmiş deneyimlerimizden
ya da gelecek hayallerimizden karışık bir imgeyi ortaya çıkarır; o anda
o’nu biçimlendirdiğimiz yaşam boyu yanımızda taşıdığımız ve kendimizi
daha iyi tanıdıkça daha da netleşen kişisel “yaşam tarzımız”la ilişkili
bir şekilde yaşantılarız. (s. 350/351)
Aşk ve İradenin Birleşimi
İnsanın
görevi aşk ve iradeyi birleştirmektir. Onlar… bilinçli gelişmemizin bir
parçası olmalıdırlar. İlk deneyimlerimizde, annelerimizin göğsünde
emzirilirken onunla birleşmemize dair bir anımız, evren tarafından
tamamen kabul edilmiş olduğuma dair mutluluk dolu bir his… Bu ilk
özgürlük, ilk evettir.
Fakat bu ilk özgürlük her zaman bozulur. (s. 351)
“Hayır!”
İrade, karşı çıkmayla başlar. (s. 353)
12. Aldırışın Anlamı
“Sadece gerçekten nazik insan, sevmeyi ve nefret etmeyi bilir.” Konfüçyüs (s. 355)
Aşk ve İradede Aldırış
Aldırış, kayıtsızlığın zıttıdır. Aldırış erosun gerekli kaynağı, şefkatin kaynağıdır. (s. 357)
Eski Yunanlılar da eros tutkusuz yaşayamazdı, şimdi de eros’un aldırış olmadan yaşayamayacağını söyleyebiliriz.
Heidegger’e göre aldırış (sorge) iradenin kaynağıdır.
Aldırmadığımızda, varlığımızı yitiririz, aldırış varlığa geri dönüş yoludur.
İrade
ve arzu, aldırışa dayanak olmazlar, tersi geçerlidir. Onlar aldırışın
üzerine kurulmuşlardır. Başta aldırmazsak, isteyemeyiz veya
arzulayamayız; gerçekten aldırırsak, istemeden ve arzulamadan yapamayız.
Heidegger, istemenin özgürleştirilmiş aldırış olduğunu söyler. (s.
358/359)
Sonlu olduğumuz gerçeği aldırışı mümkün kılar.
Aldırış aynı zamanda Heidegger’in kavramında, vicdanın kaynağıdır.
“Vicdan aldırışın çağrısıdır” ve “kendini aldırış olarak gösterir.” (s.
359)
Arzulama, Macquarrie’nin yazdığı gibi
“sanki irade uykusunda kıpırdamış ama eylemi düşlemekten öteye gidememiş
gibi huzursuz bir özlemdir.” İrade arzunun tamamen çiçek açmış, olgunlaşmış halidir ve varlıkbilimsel bir gereklilikle aldırışta kök salmıştır. (s. 360)
İlgi önemlidir çünkü günümüzde eksik olan şey odur.
Tehdit, kayıtsızlık… Aldırış bunun panzehiridir. (s. 361)
Aldırış, birinin iyiliğini dilemektir.
Amaçlılık ve aldırışın yaygın özgün anlamları, hem amaçlılığın kökü hem de aldırışın anlamı olan “tend”
teriminde yatar. Bu sözcük hem eğilim, yönelim, ağırlığı bir yana
verme, hareket, hem de önemli olmak, dikkat etmek, beklemek, özen
göstermek anlamındadır. Bu bakımdan hem aşkın hem de iradenin kaynağıdır.
Aldırış Mutosu / Mitosu
…ölülerini
terk etmektense (kendi) kanlarını dökmeyi tercih eden, anlamsızca
sevdiklerine tutunmaya çalışan insanoğlu resmi, insan yaşamının tüm
doğal açıklamaları aştığını gösteren en güçlü simgedir. (s. 372)
13. Bilinç Ortaklığı
Günümüzde Aldırış
Soren
Kierkegaard, “aşkta her insan baştan başlar.” Ötekinin varoluşunun
senin için önemli olduğu bir ilgi ilişkisi, haz almaya ya da son
noktada, öteki için acı çekmeye hazır olmanın en üst biçimini alan bir
bağlılık ilişkisi ifade eden bir hissetme eylemidir.
William James, “hissetmek her şeydir.” Dediğinde… her şeyin oradan başladığını söyler. Hissetmek kişiye söz verdirir, kişiyi nesneye bağlar ve hareketi sağlar.
Hissediyorum, öyleyse varım. (s. 375/376)
Preston, “…sevgisizlikten hastayım
Gerçek değilim, ben olmayanım
Kendime inanamıyorum (?)” (s. 376)
Terapist, “Godot’yu Beklerken’de birbirlerine bir şey hissediyorlar.”
Preston, “Evet, ikisinin birlikte bekliyor olması çok önemli.” (s. 377)
Beklemek aldırmaktır ve aldırmak umud etmektir. (s. 378)
Carl Jung bir keresinde, yaşamın ciddi
sorunlarının içgörüyle hiçbir zaman çözülmediğini ve çözülmüş
görünürlerse, önemli bir şeyin kaybolduğunu söylemişti. (s. 381)
Aşk ve iradenin yokluğunun sonucu
ayrılıktır, bizimle diğer insanlar arasında mesafe koymaktır ve uzun
vadede kayıtsızlığa yol açar. (s. 383)
Kişisel Olarak Aşk
En
ummadığımız kaynaklarda, insanaltı düzeylerde bile seksin düşündüğümüz
gibi birincil gereksinim olmadığına dair etkili kanıtlar buluruz. (s.
384)
Aşkın kişisel olduğu gerçeği, aşk eyleminin
kendisinde görülür. Yüz yüze sevişen, eşine bakarak çiftleşen tek
yaratık insandır… Bu kişinin önünü (en hassas, korumasız bölgelerini)
tamamen eşin şefkatine veya zulmüne açar. Erkek böylece kadının
gözlerinde zevk ve hayret arasındaki, ürkeklik ve endişe arasındaki
küçük farkları görebilir; bu benliğin sonunna kadar soyunduğu duruştur.
(s. 385/386)
Aşk Eyleminin Yönleri
Aşk yapmak… duyguya yanıt vermek için en güçlü teşviktir.
Öylesine artan bir dokunma, temas, birleşme deneyimi yaşanır ki, bir an için ayrılık farkındalığı kaybolur. (s. 391)
Bilinç Yaratma
Sadece –fakat nadiren-
sevgilinin eli elimize değdiğinde
koşuşturmadan ve ihtişamdan yorgunken
bitmeyen saatlerde,
gözlerimiz başkasının gözlerinde açıkça okunurken,
dünyaya sağır kulağımız
sevilenin sesiyle okşanırken
göğsümüze bir ok saplanır
ve yitmiş bir nabız atmaya başlar yeniden,
gözler yuvarlarında döner ve kalp sessizce durur,
ve istediğimizi söyler, bileceğimizi biliriz
yaşamın akışının farkına varır insan.
M. Arnold
Çeviren: Yudit Namer
Okuyanus Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2008
No comments:
Post a Comment