Friday, May 23, 2014

Saplantı



Saplantı, bir diğer adıyla takıntı ve ya psikolojideki ifade ediliş biçimiyle obsesyon, belirli düşünceleri, hisleri ve davranışları tekrarlamaktan, onlara yoğunlaşmaktan uzak duramama, anlamsız ya da gereksiz olduğunun bilinmesine rağmen onları sürekli gerçekleştirmekten kendini alıkoyamama halidir. Obsesif kompülsif ise kişinin obsesyon yani takıntı haline getirdiği düşünceleri aynı zamanda bir ve ya birden fazla kez davranışa dökerek uygulaması durumudur ve obsesif kompülsif kişilik bozukluğu olarak adlandırılır. Daha çok genç yetiskinlerde görülen bu rahatsızlık küçük yaşlardan itibaren belirebilir ve her 10 kişiden 8'i derecesi değişmekle birlikte takıntılara sahiptir. 

Saplantılar çok farklı alanlarda çok farklı durumlarda olabilmektedir. En yaygın görülen takıntılardan biri temizlik takıntısıdır. Yıkanan elin, yemizlenmemiştir düşüncesiyle tekrar ve tekrar yıkanması en basit örneklerden biridir. Diğer yaygın bir saplantı türü ise simetridir. Ayakkabıların aynı hizada durması için sürekli çaba sarfetmek, kitapların aynı şekilde durması için sürekli düzeltme yapmak da simetri saplantısına örnektir. Yine yaygın takıntılardan biri kontrol etme takıntısıdır. Muslukların, kapıların, pencerelerin sürekli olarak durumunu kontrol etme halidir. Takıntılar az ya da çok neredeyse herkeste bulunur fakat kişinin takıntıları günlük hayatını etkiler, zora sokar hale gelmişse daha da fazla sorunla karşılaşmamak için bir uzmandan destek almak gerekir. 

Saplantı
Saplantı belirtileri:
  • Dizginlenemeyen ve her alanda, her daim kendisini gösteren mükemmeliyetçilik.
  • İşin yapılış amacını göz ardı edip, detaylara takİlı kalma, onlar üzerinde fazla zaman harcama.
  • Boş zamanlarını yine yaptığı işle değerlendirmek, ara vermeden çalışmak.
  • Birçok manevi konuda katı düşüncelere sahip olmak, farklı düşüncelere tolerans göstermemek.
  • Eskiyen, kullanılmayan şeyleri atmamak, onları biriktirmek.
  • Her şey kontrol altında ve planlı değilse başkalarıyla birlikte bir etkinlik, çalışma yapmamak.
  • Harcamaların çoğunu israf olarak görmek, cimrilik.
  • Genel olarak tüm konulara karşı katı bir tutum sergilemek, inatçılık.
Saplantı nedenleri genelde serotonin üretimiyle ilgili bozukluklardan kaynaklanır. Bunun dışında özellikle çocukluk döneminde kişinin başından geçen kötü olaylar ya da belirli konulara dair başkaları tarafından korkutulması da kişide saplantıların oluşmasına sebep olabilir. 

Saplantı tedavisi genelde serotonin düzenleyici ilaçlar kullanmak ve bilinç akışını değiştirebilmek için uygulanan yöntemlerden ibarettir. Sağlıklı bir tedavi ve hangi yöntemin uygulanacağınİn belirlenmesi için uzmanlardan yardım alınmalıdır. 

Sunday, May 18, 2014

Frankfurter Allgemeine: Führer Erdoğan 'Sezar hezeyanı' yaşıyor

Frankfurter Allgemeine: Bir ülkenin başındaki politikacı, Soma'daki öfkeye aynı öfke krizleriyle tepki vermemeliydi

Almanya’nın saygın gazetelerinden Frankfurter Allgemeine’de yer alan bir yorumda, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘Sezar hezayanından muzdarip’ olduğu belirtildi. Yazıda Erdoğan için Nazi lideri Adolf Hitler için kullanılan ‘Führer’ ifadesine yer verilmesi dikkat çekti.
Diken.com.tr’de yer alan habere göre, yazının geniş özeti şöyle:

Gözü korkmuş yardakçı ve dalkavuklar

 ‘Sezar hezeyanı’  çevresinde artık sadece gözü korkmuş yardakçı ve dalkavuklar bulunan, gerçek dünyayla her türlü teması kaybetmiş Roma imparatorlarının mutlak kudret fantazilerini açıklayan bir terim.
Erdoğan da aynı sendromdan muzdarip gibi görünüyor, en azından bu semptomları gösteriyor.

Bir devlet adamı böyle davranamaz

300’den fazla kişinin öldüğü maden felaketinde yakınlarını kaybedenlerin sessiz bir kederle kalmayıp acısını öfkeli söylemler veya tavırlarla ifade etmesi son derece anlaşılır bir durum. Bir ülkenin başındaki politikacı, buna aynı öfke krizleriyle tepki vermemeli; bir devlet adamının vereceği tepki anlayış göstermek, tahammül etmek ve affetmek olmalıydı.
Bu tavır halkın, ülkesi için yaptığı hizmetleri kimsenin yadsıyamayacağı Erdoğan’dan son aylardaki tavırları nedeniyle gitgide daha fazla soğumasına yol açtı.

Gezi’de öfkeden gözü dönmüştü

1 yıl önce Gezi Parkı protestolarına gösterdiği tepki ancak öfkeden gözü dönmüş olarak tanımlanabilirdi: farklı görüşlerde olan ve bunu barışçıl gösterilerle ifade eden insanlara düpedüz terörist damgası vurması, Erdoğan’ın sağduyuyu kaybettiğini daha o zamandan gösteriyordu.
Üzerine AKP’nin en tepesine kadar uzanan yolsuzluk iddialarıyla uğraştıkları için yargı ve polisi sindirmesi, Erdoğan imparatorluğunda sadece ‘Büyük Usta’nın iradesinin geçerli olacağını gösterdi.

Türkiye’nin Führer’i

Bu durumun Erdoğan’ın siyasi geleceği açısından ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Birçok Türk uzun yıllardır başlarında bulunan ‘Führer’lerine onun iktidarı döneminde hayatları daha iyiye gittiği için müteşekkir; Erdoğan’ın ülke kalkınmasını devam ettireceğine inanıyor (veya umuyorlar).
Ancak Erdoğan’ın üzerinde kara bulutlar toplanıyor ve muhtemelen Soma’da sergilediği insani zaaflar, Erdoğan’ın siyasi otorite eğiliminden daha belirleyici olacak.
Atatürk’ün ardından modern Türkiye’nin ikinci kurucu figürü olabilecek Erdoğan ise maalesef bunu göremiyor veya görmek istemiyor.

Wednesday, May 7, 2014

Çocukların önündeki en büyük engel: Öğrenilmiş çaresizlik

Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 13. Psikiyatri Kliniği Şefi Doç. Dr. Kemal Sayar, özgüven eksikliğinin ve öğrenilmiş çaresizliğin Türkiye'de yaratıcı fikirlerin gelişmesine en büyük engel olduğunu söyledi. Sayar, Türkiye'de yeterince yenilikçi düşünce ve girişimci fikrin gelişmediğini savundu. ''Özgüven eksikliği ve öğrenilmiş çaresizliğin Türkiye'de yaratıcı fikirlerin gelişmesine en büyük engel'' olduğunu ifade eden Sayar, ''Birey ilk çocukluk yıllarından itibaren hem ailede hem de okulda etkisiz, güçsüz olarak yetiştirilmektedir. Kuralları büyükler koyar, çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar bu durumu değiştiremezler. Bu da onları sessiz ve derinden ilerleyen bir çaresizliğe itmektedir'' dedi. Sayar, ailenin çocuk yetiştirme tutumunun yaratıcı fikir açısından önemli olduğunu belirtip, şunları söyledi:

HEP BİRİNİN ELİNİ TUTACAK

'Türkiye'de aileler otoriterdir. Uyulması gereken pek çok kural vardır. Mesela, yemek yemeyi öğrenirken anneler çocuğun eline kaşığı veremez bir türlü. Aradan oldukça zaman geçtikten sonra çocuk kendi kaşığını tutabilir. Oysa bugün biliyoruz ki bebeklikten itibaren çocuk dış dünyayla ilişki içindedir, olayların farkında olur. Kendi kaşığını bile tutmasına izin verilmediğinin farkındadır. Çocuklar, yolda da serbestçe yürütülmez. Hep birinin elini tutmak, ona bağımlı olmak zorundadırlar. Çoğu zaman, gördükleri ilginç bir hayvanın, nesnenin peşinden koşamazlar. Çoğu aile çocuğunun anlattıklarını dinlemez ya da dinler ama önemsemez.

HAYALLERE GEÇİT YOK

Hayal kurmak yaratıcılığa giden önemli bir yoldur ancak çocukların bu ülkede ne kadar hayal kurabildiği ya da hangi hayalleri kurduğu çok şüpheli bir konudur. Ailede böyle yetiştirilen bir çocuk okula gittiğinde daha büyük bir hiyerarşiyle karşılaşır.'' Sayar, okulların bireylerin büyük sosyal topluluklarla ilk karşılaştığı, aile dışında yeni bir ortam görerek fikirlerinin farklılaştığı bir çevre olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti: ''Çocukların yaratıcılığına katkısı olduğu düşünülmektedir. Ne var ki böylesine bir hiyerarşik düzende, öğretmenler ve okul yönetiminin büyük çoğunluğunun zaten bütün kuralları belirleyip çocuğa bir şeyler yaratmak için fırsat, zaman, yer bırakmadığı, bırakamadığı bir düzende, çocuklar yenilikçi fikirlerden giderek uzaklaşmaktadırlar. Yaratıcılığı deestekeleyen en bilimleri dersleridir. Türkiye'de pek çok okulun fen laboratuvarı bulunmamaktadır, olsa da malzeme sıkıntısı yaşanmaktadır. Okullarda en çok vurgulanan temalardan biri geleceğin çocukların ve gençlerin elinde olduğudur, ancak pek çok kez olumsuz geri bildirim alırlarhayallerine önem verilmemektedir'' dedi.

CESARET VE İNANÇ YIKIMI

Bu durumun bireyin kendine olan güveninin de azalmasına yol açtığını dile getiren Sayar, ''Bir şeyler üretebileceğine, başarabileceğine inanmayan birey, herhangi bir fikir ortaya koyamamaktadır. Erken çocukluk döneminden itibaren böyle yetişen bireyler, büyüyüp bir şeyleri değiştirebilecekleri, etkilerini gösterebilecekleri yaşa geldiklerinde bunun asla gerçekleşmeyeceğine inanıp harekete geçmezler. Ne yaratıcı bir fikir üretme ne de girişimde bulunmak için cesaretleri ve inançları vardır'' diye konuştu.

Monday, May 5, 2014

Politik Psikoloji Nedir?



Politik Psikoloji; İnsan düşünce, duygu ve davranışının siyasi hayata etkilerini konu alan ve siyasi bilimleri psikoloji aracılığı ile inceleyen, disiplinler arası akademik, bilimsel bir alandır. Politik psikoloji liderlerin karakterlerini, yöneten-yönetilen ilişkisini, halkın kendi içindeki ve ulusların birbirleriyle ilişkisini analiz eder. Toplumsal olaylara duyarlı olan ve gündemi takip eden politik psikoloji; psikolojik teoriyi politik olaylara bağlama amaçlı çalışmalar gerçekleştirir. Bu alan psikolojiyi ve toplumu birleştiren bir kesişim noktasıdır.
Politik Psikoloji Hangi Alanlarla Çalışır?
Politik Psikoloji geniş uygulama alanı olan bir bilim dalıdır. Siyasi bilimlerin yanı sıra; antropoloji, bilişsel psikoloji, gelişim ve kişilik psikolojisi, sosyal psikoloji, sosyoloji, psikiyatri, uluslar arası ilişkiler ve ekonomi, sanat ve felsefe gibi daha bağımsız alanlarla çalışmaktadır.
Politik Psikoloji Araştırma Alanları Nelerdir?
Bu alandaki araştırmaların başlıca konuları şunlardır:
• Etnik kimlik ve etniklik psikolojisi
• Terör ve teröristin kimliği
• Terörizm psikolojisi
• Büyük grupların ve liderlerin psikolojik motivasyonları
• Lider ve izleyen psikolojisi
• Toplumsal ve siyasal gelişmelerin psikodinamiği.
• Grup dinamikleri
• Kitle psikolojisi
• İç savaşlar, soykırım
• Toplumsal travmalar
• Göçmenlik ve göçün psikolojik açıdan incelenmesi
• Entegrasyon
• Medyanın siyasete ve politik davranışlara katkısı
• Ülke yönetiminde politik psikolojinin yeri ve önemi

Politik Psikoloji Uzmanı Ne Yapar?
Politik psikoloji uzmanları, siyasi bilimleri; seçmenler, kural yapıcılar, yerel ve ülkesel yönetimler, uluslar arası örgütler, siyasi partiler ve kuruluşlar mevcudiyetini göz önüne alarak analiz eder. Politik davranışların altında yatan dinamikleri ve bunların sonuçlarını inceler. Her ne kadar kelime anlamı olarak “politik psikoloji” psikoloji terimi üzerine vurgu yapıyor olsa da bu disiplin için belki de doğru terim “politikanın psikolojisi” olmalıdır. Böylece alanın disiplinler arası doğası daha net anlaşılmış olur.
Politik Psikologlar; siyaset ve diplomaside başarıyı arttırmak üzere bu alanda hizmet veren politikacılara ve diplomatlara, toplumsal olaylara bakışlarında ve değerlendirmelerinde psikolojik bir pencere açma noktasında hizmet vermektedir.
Siyaset gibi tüm varlığını “ilişki yönetimi” üzerine konumlandırması gereken bir sahada bu ilişkileri yönlendirecek, yönetecek, kriz anlarında çözüm sunabilecek analiz, çözümleme ve değerlendirmelerin etkililiği kaçınılmazdır. Bu noktada da politik psikoloji uzmanlarının bilgi ve deneyimlerine ihtiyaç duyulmaktadır.
Politik Psikoloji’nin Tarihsel Gelişimi
Politik psikoloji terimi ilk olarak Frankfurt Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün çalışmaları ile ortaya çıkmıştır. Theodore Adorno, Horkheimer, H.Marcuse ve E. Fromm’un felsefeleri ile şekillenerek, özellikle Marksist felsefeye rağbet eden bu felsefecilerle, temelde Freudyen psikanaliz tekniklere dayalı olarak gelişmiştir. Frankfurt Okulu’nun kurucuları bir yandan Almanya’da I.Dünya Savaşı’ndan sonra demokratik ortamın iyi işlememesi, diğer yandan kapitalist üretim biçiminin geçirdiği değişimlere koşut olarak yeniden çözüm üretebilmek için, geleneksel disiplin sınırlarının ihlal edilmesi olgularına eğilmişlerdir. Bu nedenle ekonomiden psikolojiye, hatta iletişime kadar geniş inceleme alanlarında kavramsal çerçeve arayışına girmişlerdir.
Politik psikoloji kavramı oluştuğu günden bu yana dönemin politik ve ulusal yapısını, lider tutumlarını ve yönetim şekillerini dikkate alarak araştırma konularında değişiklikler göstermiştir. Bu dönemleri 3 ana kısımda sınıflandırmak mümkündür: İlk dönem kişilik ve kültür kavramlarının yoğun olarak incelendiği 1940&1950’ler; İkinci dönem politik tutumların ve oy kullanma davranışının incelendiği 1960&1970’ler; politik ideolojinin ve karar verme mefhumlarının hâkim olduğu üçüncü dönem ise 1980&1990’lardır.
İlk Dönem:
1940&50’leri kapsayan ilk dönemde politik kişilikler ve lider davranışları mevcut düzende etkisini hissettiren Marksist, davranışçı ve psikanalitik teoriler ışığında mercek altına alınmaktaydı. Politik psikoloji 1930’lara damgasını vuran ve bir Freudyen psikanaliz teorisi olan “erken çocukluk tecrübelerinin politik kişilik üzerine etkilerini” inceledi. Aynı dönemde çocukluk tecrübelerinin yanı sıra, içinde bulunulan kültürün de politik kişiliğe, düşüncelere ve davranışlara ne gibi etkilerde bulunduğu üzerine duruldu. Örneğin ulusal liderin dış politikada sergilediği agresif tutum; a) liderin çocukluğunda agresif davranışlarının sıkça ödüllendirilmiş olmasıyla (Davranışçılık Teorisi) b) ekonomik sebeplere bağlı kafa karışıklığının yaşanmasıyla (Marksist Teori) veya c) ‘baba’ faktörünün ‘dışgrup’ faktörüne taşındığı ödipal iki uçlulukla (Psikanalitik Teori) açıklanmaktaydı.
Bu dönemde politik psikoloji adına yapılan çalışmalarda; yazılı kayıtların analiz edilmesi, gözlem ve birebir mülakat metodları kullanılmıştır. Politik psikolojinin ilk döneminde kullanılan metodlar sonraki dönemlere göre daha az bilimsellik ve çeşitlilik içermekteydi. Bu dönemde “psikobiyografiler”, “psikohistoriler”, “ulusal karakterler” üzerine yazılar yazıldı. Adolf Hitler gibi döneme damgasını vuran otoriter rejim liderlerinin biyografileri Marksist, Neo-Freudyen ve ego psikolojisi çerçevesinden kaleme alındı (Erikson, 1950&Fromm,1973). Döneme politik liderlerin kişilik analizleri damgasını vurdu. Otoriter liderlerin asabi davranışlarını oluşturduğuna inanılan çocukluk dönemleri, babaları ile olan ilişkileri, aile yapıları analiz edilerek yönetimdeki tutumları incelenmiştir. Bu dönemde yapılan araştırma ve analizler sonucunda; politik kimliklerin toplum fertlerinin çocuk yetiştirme konusundaki pratiklerine ya da sosyoekonomik düzene bağlı olarak oluştuğunu ve tarihsel süreci önemli biçimde etkilediğine karar verilmişti. Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi de analizi yapanların sadece psikoloji veya siyasi disiplinlerden gelmiyor olmasıydı. Benedict ve Whiting gibi antropologlar, filozoflar ve hatta müzikologlar bu alana katkıda bulundular.
İkinci Dönem:
1960&70’lere gelince politik psikoloji Davranış patolojisi ve politik kimler üzerinden politik davranış ve oy kullanma tutumları üzerine yoğunlaştı. Öznel yararlılık ve algının duyguları davranışları etkilediği teorisi öne sürüldü. Lazarsfeld, Berelson ve Lipset gibi dönemin önde gelen siyasi bilimler, psikoloji ve sosyoloji uzmanları oy kullanma davranışının kişilerin ait oldukları gruplara, toplumsal ve medya ile olan ilişkilerine bakılarak tahmin edilebileceğini öne sürdüler. 1930 Dünya Ekonomik Bunalımından önce seçimler insanların siyasi partileri desteklemesi takım tutmak gibi fanatizm ve eğlence gibi görülmekteydi. Dünya Bunalımı ve ulusal sosyalizimin baş göstermesinin ardından akademisyenlerin dikkatleri politik tutumlar ve oy kullanma davranışları üzerine yoğunlaştı. Yapılan araştırmalarda genelde anket soruları kullanıldı ve bu yolla halkın siyaset hakkındaki düşünceleri ve gözlemleri kaydedildi(Whyte,1943&Goffman,1959). Bu anlamda 60&70’lerin önceki döneme nazaran daha bilimsel yöntemler kullanmaya başladığı görülmektedir. Politik psikolojinin ikinci evresinde çalışmalar politikada bölücü davranışlara- savaş, ayaklanma ve suç gibi- odaklı ilerledi (Davies, Gurr, Singer&Small, Narol). Bunun yanı sıra yıkıcı karakterler, siyasi istikrar, politik davranışlarda uluslar arası farklılıklar, modernleşme, yaşam kalitesi üzerine çalışma ve analizler de gerçekleştirildi.
Üçüncü Dönem:
Politik psikoloji 1980&90’ları kapsayan üçüncü döneminde rotasını, kullandığı metodları ve teorileri değiştirdi. Bu dönemde ilgi alanı subject-matter focus ve politik yaşamda karar verme mekanizmalarını etkileyen algı ve içeriği olarak gözlemlendi(Axelrod,1976; Tversky&Kahnerman, 1983). Bu dönemde algının karmaşık yapısını anlamak için laboratuar deneylerinden faydalanıldı. Çocuklar ve yetişkinlerle derinlemesine görüşmeler yapılarak siyasi bilincin ve ideolojinin oluşumu incelendi (Coles, 1986; Reinarman, 1987) Tarihi olaylar analiz edilerek siyasi karar alınması aşamasına katkı sağlanmaya çalışıldı.
2000’den günümüze:
Monroe ve meslektaşlarının 2009 yılında yayımladığı Politik Psikoloji Nedir? (What's Political Psychology?) makalesine göre ise, 2000'li yıllardan sonra en çok çalışılan konular, eskiye göre yükseliş gösteren değerler, biliş, kimlik konuları olup, kişilik, uluslararası ve liderlik konuları daha önceki dönemlerdeki kadar çalışılmasa da önemini sürdürmektedir. Yayımlanan bilimsel makalelerde ise en sık kullanılan metotlar, 1970lerden bu yana artan bir eğilim gösteren anket (survey) ve geçmişe oranla çok daha sıklıkla kullanılan ve 2000li yılların en çok kullanılan ikinci araştırma yöntemi olan deneylerdir. Özellikle deneyin politik psikolojide bu derece sık kullanılmasında belki de psikoloji bilimindeki bilişsel, bilişsel sinirbilimsel paradigmalara kayışın rol oynadığı öne sürülebilir. Kalitatif (Nitel) çalışmaların sayısının azalması, kantitatif (nicel) çalışmaların sayısının giderek artması gözlemlenen başka bir durumdur. Monroe et.al'ın analizine göre, özellikle 2005 yılından sonra makalesi yayımlanan yazarların daha çok psikoloji disiplininden gelmeye başladıkları; psikologların daha çok “kişilik” ve “değerler” konularıyla ilgili yazarken, siyaset bilimcilerin “biliş” ve “liderler” konularında yazdıkları görülmektedir. Göze çarpan bir başka durum ise 2000li yıllarda psikanaliz'in çok az kullanılan bir yönteme dönüşmesidir. Gene bu durum, psikoloji bilimindeki daha pozitivist sayılabilecek bilişsel psikoloji paradigmasının dominant olması ile ilişkilendirilebilir. Görüldüğü üzere, 2000li yıllar bilişsel psikolojinin paradigma olarak daha dominant olduğu, kantitatif datalar ve deney metodlarının öne çıktığı belki de kimlik politikaları ve kimlik çatışmalarının da etkisiyle kimlik, değerler gibi konuların çalışıldığı bir dönem olmuştur. Psikolojideki trendin bilişsel psikolojiden bilişsel sinirbilimsel çalışmaların öne çıktığı, bilişin çeşitli teknolojik yöntemler (MR, EGG vs) ile çalışılmasının yeni eğilimleri oluşturduğu bu son yıllarda ve gelecekte ise, hâlâ çoğunluğunu siyaset bilimciler ve sosyal psikoloji disiplininden gelen akademisyenlerin oluşturmasına rağmen, bu yönde bir paradigma değişimine gidilip gidilmeyeceği bilinmemektedir.
Vamık Volkan’ın ve Ekopolitik’in Gayriresmi Diplomasi Çalışmaları: “Türkiye’nin Büyük Çatısı Faaliyetleri”
Politik psikoloji alanında yapılan akademik çalışmalardan ziyade saha çalışmaları da vardır. Bunun en yakın örneği Ekopolitik’in “Türkiye’nin Büyük Çatısı” adı altında ve Vamık Volkan’ın önderliğinde yürüttüğü gayriresmi diplomasi çalışmalarıdır. Prof.Vamık Volkan dünyadaki en saygıdeğer politik psikoloji teorisyenlerindendir ve konu ile alakalı onlarca kitap ve makalenin yazarıdır.
İlginçtir ki, Vamık Volkan kariyerine politik psikoloji alanında başlamadı. Kendisinin bu alana yönelmesi hiçbir zaman kişisel olarak tanımadığı zamanın Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın 1977 yılındaki İsrail ziyaretinde yaptığı konuşmasında kurduğu bir cümle ile oldu. Enver Sedat’ın, konuşmasında problemlerin yüzde yetmişinin psikolojik olduğunu vurgulaması üzerine Vamık Volkan’ın da içinde bulunduğu Amerikan Psikiyatri Derneği’nin bir komitesi uluslar arası ilişkilerin psikolojisini incelemekle görevlendirildi. O zamana kadar çalışmaları geleneksel psikanaliz yönünde olan Vamık Volkan, odak noktasını kitle psikolojisini anlamaya yöneltti ve 1987 yılında “Akıl ve İnsan Etkileşimi Araştırmaları Merkezi”ni kurdu. Vamık Volkan Araplar ve İsrailliler, Ruslar ve Estonyalılar, Türkler ve Yunanlılar, Türkler ve Ermeniler, Sırplar ve Hırvatlar, ve Gürcüler ve Güney Osetler gibi birçok düşman gruplar ile gayriresmi diplomasi çalışmaları yaptı. Akademik, diplomatik ve klinik manada birçok deneyimi ve engin bilgi birikimi olan Vamık Volkan, deneyimlerinin kendisine kazandırdıklarından da yararlanarak ortaya birçok politik psikoloji kaynağı çıkardı ve birçok defa Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.
Uzun yıllar boyunca Vamık Volkan’ın çalışmalarını takip eden Ekopolitik Genel Koordinatörü Tarık Çelenk, 2005 yılında kendisiyle bağlantıya geçti. Tarık Çelenk’in; Vamık Volkan’ın ve politik psikoloji disiplininin Türkiye’nin sorunlarını çözmesine yardımcı olacağı inancı ve Vamık Volkan ile Ekopolitik’in birbirlerine karşılıklı güveni esasına dayanarak, birlikte gayriresmi diplomasi çalışmalarına başladılar. “Türkiye’nin Büyük Çatısı” olarak adlandırdıkları gayriresmi diplomasi çalışmaları Vamık Volkan’ın “Ağaç Modeli” teorisini temel alarak sürdürülüyor. TBÇ faaliyetleri, farklı gruplardan insanları bir araya getirerek aralarında dialog oluşmasını sağlamayı ve bu bağlamda yapıcı bir süreç geliştirmeyi amaçlıyor.
Ekopolitik “Politik Psikoloji Masası”nın Kuruluş Amacı
Politik Psikoloji Masası, politik psikoloji disiplinini tanıtmak ve alan ile ilgili güncel bilgilerin takibini sağlamak, Türkiye’de ve dünyada gerçekleşen siyasi ve toplumsal olayları psikoloji biliminin çeşitli alt dallarından yararlanarak derinlemesine analiz etmek ve bu bağlamda topluma faydalı olabilecek raporlar hazırlamak ve projeler üretmek, Ekopolitik’in Türkiye’nin Büyük Çatısı faaliyetlerinin politik psikoloji açısından değerlendirmesini yapmak, güncel olayları politik psikoloji perspektifinden inceleyip ilgilenenlere farklı bir bakış açısı kazandırmak, Türkiye’de politik psikoloji alanında yapılan çalışmaların çok sınırlı olduğunu düşünülerek konuyla ilgilenen üniversite öğrencileri başta olmak üzere herkese bu alanda kendini geliştirebilme, konunun uzmanları ile istişare edebilme ve fikirlerini hayata geçirebilme imkanlarını sağlamak amacıyla kurulmuştur.

Politik Psikoloji Masası Sorumluları: Rüveyda Çelenk, Merve Başyiğit, Meryem Mudara
Politik Psikoloji Masası Danışmanları: Prof. Vamık Volkan, Doç. Dr. Esra Çuhadar Gürkaynak

Kaynaklar:

İnan, Ece. (Ocak 18, 2011). Politik Psikoloji ve Siyasal İletişim. In Aktüelpsikoloji. Retrieved Nisan 20, 2011, from http://www.aktuelpsikoloji.com/haber.php?haber_id=9238.
McGuire, W. J. (1993). “The Political-Psychological Relationship: Three phases of a long affair.” In S. Iyengar, & W. J. McGuire (Eds.), Explorations in Political Psychology (pp. 9-35). Durham, NC: Duke University Press.
Monroe, Kristen Renwick, William Chiu, Adam Martin and Bridgette Portman.(2009).What Is Political Psychology. Perspectives on Politics, 7, pp. 859-882.
Sears, David O., Leonie Huddy, and Robert Jervis. 2003. “The Psychologies Underlying Political Psychology.” In Sears, Huddy, and Jervis. Oxford Handbook of Political Psychology. Oxford:
Oxford University Press.