Psikanalizdeki Sosyal Psikoloji Teorileri:
Freud 19. yüzyıl biliminde yayılan
mekanik ve pozitivist görüşten etkilenmişti. 19. yüzyılın sonlarına
doğru yeni bilgi dalları, biyolojik ve fiziksel gerçeklerin dışında
insan tabiatını inceleme yolları sunuyorlardı. Antropoloji, sosyoloji ve
sosyal psikoloji insanlığın çevrelerini meydana getiren sosyal güçlerin
ve kurumların bir ürünü olduğu önermesini kanıtlayacak deliller
buluyorlardı. Bu durum insanların katı bir biyolojik varlık olmaktan çok
sosyal bir varlık olarak araştırılması gerektiğini işaret ediyordu.
Antropologlar farklı kültürlerde
yaptıkları araştırmaları sunarken, Freud tarafından varsayılan bazı
nörotik semptomların ve tabuların, onun inandığı gibi evrensel olmadığı
açık hale geldi. Örneğin ensest ilişkiye karşı gelen tabular tüm
toplumlarda mevcut değildi. Dahası, sosyologlar ve sosyal psikologlar,
insan davranışlarının çoğunun biyolojik ihtiyaçları karşılama yerine
sosyal koşullanmadan kaynaklandığını öne sürmüşlerdi.
Bu nedenle dönemin zihinsel ruhu,
Zeitgeist, insan tabiatına ait gözden geçirilmiş yeni bir kavrayışı
gerektiriyordu, fakat Freud, bazı yandaşlarını dehşet içinde bırakarak
hala kişiliğin biyolojik belirleyicileri üzerinde önemle duruyordu.
Gelenekle daha az sınırlanmış olan bazı genç teorisyenler Ortodoks Freud
psikanalizinden uzaklaşmış, psikanalitik teoriyi sosyal bilimlerin
yönlendirmesine uygun bir çizgide yeniden şekillendirmeye
başlamışlardır. Bu psikologların kişiliğin biyolojik güçlerden çok
çevrenin bir ürünü olduğunu belirten görüşleri Amerikan kültürüyle uyum
içindeydi ve Freud un düşüncelerinden daha umut verici ve iyimser bir
insan tabiatı izlenimi veriyordu.
Biz burada sosyal yönelimli
muhaliflerden iki tanesini ele alacağız: Alfred Adler ve Karen Horney.
Sosyal psikolojik teoriler ortaya koyan bu iki psikolog ve diğerleri
insan davranışının biyolojik güçlerle değil, bireyin özellikle
çocukluğunda maruz kaldığı ilişkiler başta olmak üzere, kişiler arası
ilişkiler tarafından belirlendiğini öne sürdüler.
Alfred ADLER
Alfred Adler (1870-1937)
Adler 1911 yılında Freud’la ilişkisine
son vermesi sebebiyle psikanalizin sosyal psikolojik dalının çoğunlukla
ilk yandaşı olarak düşünülür. Adler “sosyal ilginin temel bir rol
oynadığı bir teori geliştirmiştir.
Adler’in Hayatı
Adler zengin bir ailenin çocuğu olarak
Viyana’nın bir banliyösünde dünyaya geldi. Mutsuz çocukluğu hastalıklar,
abisine duyduğu kıskançlık ve önemsiz, çirkin olma ve annesi tarafından
reddedilme duygularıyla damgalandı. Pek umut vermeyen bu başlangıca
rağmen Adler çok büyük bir azimle çalıştı ve büyürken arkadaşları
arasında oldukça popüler biri haline geldi. Bunun sonucunda,
başkalarıyla birlikteyken ailesinde hiç bulamadığı kabul edilme ve
kendine saygı duygusunu elde etti (Orgler, 1965).
Başlangıçta Adler kötü bir öğrenciydi. O
kadar yeteneksizdi ki, öğretmeni babasına bu çocuğun ayakkabıcı
çıraklığı dışındaki hiçbir mesleğe uygun olmadığını söylemişti. Ancak
sebatı ve kendini adaması sayesinde Adler sınıfın en kötü öğrencileri
arasından yükselip en iyi öğrencileri arasına girdi. Sosyal ve akademik
olarak, sahip olduğu olumsuzlukların ve aşağılık hissinin üstesinden
gelebilmek için çok çalıştı, böylece daha sonra oluşturacağı, birinin
zayıflığını telafi etmesi gereğine ilişkin teorisinin bir örneği haline
geldi. Sisteminin ana parçasını oluşturan aşağılık duygularının
tanımlanması kendi ilk çocukluk deneyimlerinin doğrudan bir
yansımasıdır. Adler bunu “Benim hayatımı bilen insanlar benim
çocukluğumun gerçekleriyle açıkladığım düşünceler arasında var olan
uygunluğu açıkça görebilirler” diyerek itiraf ettiğinde kabul etmişti
(Bottome, 1939, s.9).
Adler dört yaşında onu ölüme yaklaştıran
zatürreeden iyileşirken doktor olmaya karar verdi. 1895 yılında Viyana
Üniversitesinden doktorluk derecesi aldı. Göz alanında uzmanlaştıktan
sonra genel tıp üzerinde çalıştı ve ardından psikiyatriyle ilgilendi.
1902 yılında Freud’un haftalık tartışma toplantılarına katılmaya
başladı. Freud’la yakın bir çalışma ilişkisi içerisinde olmasına rağmen,
ilişkileri kişisel değildi. Freud bir defasında Adler’in kendisini
sıktığını söylemişti.
Birkaç yıl sonra Adler Freud’un
teorisinden birkaç yönüyle farklı olan bir kişilik teorisi geliştirdi.
1911 yılını geçmeden Adler, Freud’un cinsel faktörler üzerinde vurgu
yapmasını açıkça eleştirir hale gelmişti. Bir yıl önce Freud, görünüşe
göre aralarında giderek artan görüş farklılıklarını uzlaştırabilmek
amacıyla, Adler’i Viyana Analitik Topluluğu’na başkan olarak atamıştı.
Ancak kaçınılmaz olan bölünme 1911 yılında, Adler başkanlıktan istifa
edip Freud’la olan ilişkilerini resmen kesince tamamlandı. İki adam
birbirlerine karşı oldukça sert bir tutum içinde kaldılar. Adler daha
sonra Freud’u bir dolandırıcı olarak anlattı ve psikanalizden “pislik”
olarak söz etti (Roazen, 1975, s.210). Freud’da Adler’den “anormal”
birisi olarak söz etmişti (Gay, 1975, s.210).
Adler I. Dünya Savaşı sırasında
Avusturya ordusunda doktor olarak görev yaptı ve daha sonra Viyana okul
sisteminde çocuk rehberliğini organize etti. 1920′li yıllarda bireysel
psikolojisi (individual psychology) tüm dünyadan olumlu tepkiler aldı ve
pek çok taraftan onunla çalışmak için Viyana’ya geldiler. Birkaç ülkede
konferans verdi ve 1926 yılında sıcak bir hoş geldin ile karşılandığı
ABD’ye geldi. Birkaç ziyarette bulundu ve 1934 yılında New York’taki
Long İsland Tıp Fakültesine profesör olarak atandı. 1937 yılında, yorucu
bir konferans gezisinde İskoçya’nın Aberdeen şehrinde öldü.
Freud, Adler’in ölümünden büyük bir
üzüntü duyan bir arkadaşına şunları yazmıştı: “Senin Adler’e duyduğun
sempatiyi anlamıyorum. Bir Yahudi erkeği için Viyana’nın banliyösü
dışında, Aberdeen’de ölüm duyulmamış bir şeydir ve onun ne kadar
uzaklaştığının bir kanıtıdır. Dünya onun psikanalizle çatışmasını
gerçekten şatafatlı bir şekilde ödüllendirmiştir” (Scarf, 1971, s.47).
Adler sayısız kitap ve makale yazmıştır.
Adler’in teorileri Amerikan Bireysel Psikoloji Dergisi’nde ve Amerikan
Bireysel Psikoloji Topluluğu tarafından anlatılmaya devam etmektedir.
Adler’in Sistemi: Bireysel Psikoloji
Adler’in ve Freud’un teorik görüşleri
birbirinden kesin çizgilerle ayrılır. Freud davranışı geçmiş
yaşantıların etkilediğini vurgularken Adler’in yönelimi geleceğe
doğrudur. Kişiliğin ayrı parçalara bölünmesi Freud’un teorisinin temel
bir özelliğidir. Adler’in yaklaşımı ise kişiliğin birliği üzerinde
önemle durur.
Freud’tan ayrıldığı diğer bir nokta ise,
Adler’in kendi bireysel psikoloji sistemini sosyal bir çizgi üzerinde
geliştirmiş olmasıdır. Adler insan davranışının biyolojik güçler
tarafından değil, sosyal güçler tarafından belirlendiğine inanmıştır.
Kişiliği sadece kişinin sosyal ilişkilerini ve başkalarına karşı
tutumlarını inceleyerek anlayabileceğimizi belirtmiştir. Adler kişisel
ve sosyal amaçları gerçekleştirmek amacıyla başkalarıyla işbirliği
yapmaya, bebeklikten itibaren öğrenme yoluyla gelişmeye yönelik,
doğuştan gelen bir potansiyel olarak tanımlanabilecek sosyal ilginin
(social interest) çocuklukta geliştiğini iddia etmiştir.
Bir çocuğun yüz yüze geldiği ilk sosyal
durum, doğumu izleyen ilk günden itibaren annesiyle olan ilişkisidir
Annesinin eğitimsel becerileri sayesinde çocuğun bir başka insana olan
ilgisi ilk defa uyanır. Eğer anne bu ilgiyi işbirliği doğrultusunda
nasıl eğiteceğini anlamışsa, çocuğun doğuştan gelen ve sonradan edindiği
tüm yetenekleri sosyal anlayış yönünde birleşecektir (Adler,1930,
s.403).
Bu nedenle sosyal tutum ve ilgi, öğrenme
yaşantıları sayesinde gelişir. Freud gibi, Adler de çocukluğun ilk
yıllarının kişiliği şekillendirici bir özelliğe sahip olduğunu kabul
etmiştir, fakat Adler’in üstünde durduğu nokta biyolojik etkilerden çok
sosyal etkiler üzerinedir. Cinselliğin insan kişiliğin şekillenmesi
üzerindeki etkisini de küçümsemiş ve davranışın bilinçaltı
belirleyicilerinden çok bilinçli belirleyicileri üzerinde
yoğunlaşmıştır.
Freud ve Adler’in teorileri arasındaki
bir başka farklı nokta bilincin önemi ile ilgilidir. Freud davranışın
bilinçdışı belirleyicileri üzerinde önemle durmuştur fakat Adler bilince
önem vermiştir. İnsanları kendi motivasyonlarının farkında olan
bilinçli varlıklar olarak ele almıştır. Freud’a göre insan davranışı
geçmiş yaşam deneyimleri tarafından belirlenmiştir. Adler ise gelecek
için neler istediğimizden ve tahayyüllerimizden şiddetle etkilendiğimize
inanmıştır. Gelecek amaçlar veya beklentiler için çabalama şimdiki
davranışlarımızı etkileyip değiştirebilir. Örneğin, ölümden sonra ebedi
bir lanetlenmeye uğrayacağı korkusunu yaşayan bir insan bu beklentisine
uygun davranışlar sergiler.
Freud kişiliği birbirinden ayrı
parçalara ayırırken (id. ego, süperego) Adler kişiliğin birliği ve
tutarlılığı üzerinde durmuştur. Adler kişiliğin çeşitli kaynaklarını
öncelikli bir amaca doğru yönelten dinamik bir güdüleyici etkinin var
olduğunu öne sürmüştür. Hepimizin ulaşmak için çabaladığı bu son daha
eksiksiz ve mükemmel bir gelişimi, başarıyı, yapıp etmeleri ve dini
kavramayı kapsayan üstünlük (superiority) veya mükemmelliktir. Bu göre
cinsellik egemen dürtü değildir, fakat üstünlüğe götüren birçok
birisidir.
Adler bu çabayı kişiliğin her yönünde görmüştür.
Bu çaba fiziksel gelişime paralel gider.
Hayatın kendisinin gerçek bir zorunluluğudur. Tüm işlevlerimiz onun
yönünü izler; doğru veya yanlış şekilde, ele geçirme, güvence, artış
için çabalar. Eksiden anıya doğru güdülenme hiç bitmez. “Aşağı” dan
“yukarı’ya olan şiddetli istek asla durmaz. Tüm psikologlarımızın ve
filozoflarımızın her türlü dayanak noktası kendini koruma, haz ilkesi,
eşitlik hayalleridir fakat belirsiz simgeler, girişimler yükselen bir
dürtüyü açığa vurmak içindir (Adler,1930, ss.398-399).
Adler’e göre üstünlük için çabalayış
doğuştan gelen bir özelliktir ve sadece bireyin ortaya koyduğu değil,
uygarlığın ortaya koyduğu tüm ilerlemeler den sorumludur. Üstünlük
insanı ve toplumu bir başarı seviyesinden yukarıya doğru bir başka
başarı düzeyine doğru taşır.
Aşağılık Duyguları
Daha önce motivasyonun asıl sebebinin
cinsellik olduğu konusunda Adler’in Freud’la aynı düşünceleri
paylaşmadığından söz etmiştik. Adler cinsellik yerine, genel bir
aşağılık hissinin (tıpkı kendi hayatında olduğu gibi) davranışın
belirleyici gücü olduğuna inanmıştı. Adler ilk başlarda bu aşağılık
hissiyle bedenin kusurlu bölümlerini ilişkilendirmişti. Kalıtsal bir
organik zayıflığı olan çocuk, yetersiz işlevi üzerinde gereğinden fazla
durarak bu kusurunu ‘ödünlemeye (compensate) çalışacaktır. Örneğin,
Demosten kekeleme sorunun üstesinden gelmiş ve ünlü bir hatip olmuş;
aynı şekilde, zayıf bedenli bir çocuk yoğun egzersiz çalışmaları
sayesinde çok iyi bir dansçı veya atlet olma durumuna gelmiştir.
Adler daha sonra bu düşüncesini herhangi
bir fiziksel, zihinsel veya sosyal engeli de içine alacak şekilde
genişletmiştir. Ayrıca bir bebeğin çaresizliğinin ve küçüklüğünün,
herkes tarafından yaşanan, genel bir aşağılık hissi oluşturduğuna ve bu
nedenle tüm çocukların çevrelerine bütünüyle bağımlı olduklarına
inanmıştı. Bu aşağılık hissinin farkında olan çocuk, aynı zamanda içten
gelen bir dürtüyle üstünlük için çabalamaktadır. Böylece çocuk aşağılık
duygusunun ve güvensizliğin üstesinden gelebilmek için kışkırtılmışım
Adler bu itme ve çekme sürecinin hayat boyunca devam ettiğine, bireyi
daha büyük başarılara ulaşmaya zorladığına inanmıştı.
Aşağılık duygulan hem bireyin hem de
toplumun yararına iş görür, çünkü onları sürekli gelişmeye iter. Oysa
çocuklukta, ailenin aşın şımartması veya reddetmesiyle karşılaşılan
aşağılık duygulan, anormal şekilde açığa vurulan telafi edici
davranışlara sebep olabilir. Ayrıca, aşağılık duygularını telafi etmede
başarısızlığa düşme, kişinin hayatın problemleriyle mücadele etmede
yeteneksiz hale getiren bir aşağılık kompleksinin (inferiorily complex)
geliştirmesine sebep olabilir.
Yaşam Stili
Adler’e göre önde gelen amacımız olan
üstünlük duygusu evrenseldir, fakat insanların bu amaca ulaşma sırasında
sergiledikleri davranışlar çok çeşitlidir. Üstünlüğe ulaşma
çabalarımızı çeşitli yollarla sergileriz ve her birimiz, Adler’in yaşam
stili (style of life) dediği, tipik bir tepki verme şekli geliştiririz.
Görünen o ki, hayatın ilk dört veya beş
yılından sonra yaşam stili, hayata belirli şekilde sarılma yollarıyla,
hayatın üstesinden gelme stratejisiyle ve onunla işbirliği yapma
derecesi ile kendini gösteren bir prototip olarak şekillenmektedir
(Adler, 1930, s.403).
Yaşam stili, hayali veya gerçek aşağılık
duygusunu ödünleyen davranışları kapsar. Bizim örneğimizde zayıf
bedenli çocuğun yaşam stili, çocuğun fiziksel gücünün ve
dayanıklılığının artışıyla sonuçlanan sportif faaliyetlerde bulunma gibi
davranışları içermektedir. Çocuklukta şekillenen bu yaşam stili sabit
ve değişmesi zor bir duruma gelir ve daha sonraki tüm yaşantıları
yönetecek bir çerçeve oluşturur.
Kişiliğin oluşmasında ilk çocukluk
yıllarına Adler’in de en az Freud kadar önem verdiğini gördük. Ancak
Adler’in Freud’tan ayrıldığı nokta bireyin kendisini ve kendi yaşam
stilini bizzat kendisinin bilinçli olarak oluşturduğu düşüncesidir.
Adler ayrıca çocuğun kişilik gelişiminde
aile faktörü üzerinde de önemle durmuştur. Engelli bir çocuk kendisini
bir hata olarak görebilir ancak ödünleme ve anlayışlı bir ebeveynin
yardımlarıyla yetersizliklerini güce dönüştürebilir. Öte yandan,
ebeveyni tarafında çok fazla şımartılıp ben-merkezli hale gelen bir
çocuk sosyal ilgi sahibi olmaz ve sürekli başkalarının onun arzularını
kabul etmesini bekleyebilir. Hem şımartma hem de ihmal etme hayatın
gerekleriyle baş edebilme yeteneğimize olan güvenimizi baltalar.
Ben’in Yaratıcı Gücü
Adler’in ben’in yaratma gücü (creative
power of the self) görüşü teorisinin zirvesi olarak kabul edilir. Adler
bizim kişiliğimizi kendimize has yaşam stilimizle uyumlu şekilde
belirleme yeteneğine sahip olduğumuza inanır. Yaratıcı güç eski ruh
kavramına benzetilebilecek insanın varlığının aktif bir ilkesini temsil
eder. Belirli yetenek ve deneyimler kalıtım ve çevre yoluyla bize
gelirler, fakat hayata karşı tutumlarımızın temelini sağlayan bu
deneyimleri kullanma ve yorumlama yolumuzdur.
Ben’in yaratıcı gücü görüşü, kendi
kişiliğimizi ve kaderimizin şekillenmesinde bizim bilinçli olarak yer
aldığımız anlamındadır. Adler insanların kendi yazgılarının geçmiş yaşam
deneyimleri tarafından belirlenmesini pasif şekilde izlemek yerine,
yazgılarının belirlenmesine doğrudan katılmaya açık olduklarına
inanmıştı.
Doğum Sırası
Adler hastalarının çocukluklarını
incelerken kişilik ile doğum sırası (birth order) arasındaki ilişkiyle
ilgilenmeye başlamıştı. Çocuğun aile içerisindeki yerinden ötürü en
büyük, ortanca ve en küçük çocukların farklı sosyal deneyimler
yaşadıklarını, bunun bir sonucu olarak farklı kişilikler
sergilediklerine inanmıştı, örneğin en büyük çocuk ikinci çocuğun
doğumuyla tahtan indirilene kadar büyük bir özenle büyütülür. Daha sonra
ilk doğan düzen ve otoriteyi devam ettirme merakıyla endişeli ve
düşmanca, otoriter ve muhafazakar hale gelebilir. Adler suçluların,
nörotiklerin ve sapıkların çoğunlukla ilk doğanlar olduğunu ileri
sürmüştü. (Freud bir ilk doğandı.)
Adler ikinci çocuğun çok hırslı,
isyankar ve kıskanç, ilk doğanı sürekli aşamaya çalışan biri olduğunu
bulmuştu. Adler, ikinci doğan çocuk olarak, büyük abisiyle (adı Sigmund
idi) hayatı boyunca rekabete dayanan bir ilişki içinde olmuştu. Bununla
birlikte Adler, ikinci doğanın hem en küçük hem de en büyük çocuktan
daha iyi uyum gösterdiğini düşünmüştür. En küçük çocuğun şımartılacağına
ve bu yüzden hem çocuklukta hem de yetişkinlikte davranış problemleri
göstermesinin muhtemel olduğuna inanmıştı.
Yorum
Adler’in teorileri, Freud’un cinsel
güçlerin ve çocukluk deneyimlerinin belirlemesi egemenliğindeki insan
tabiatı görüşlerinden tatmin olmamış veya nefret etmiş pek çok insan
tarafından heyecanla karşılandı. Hepsinden öte, kendimizin bilinçli
olarak kendi gelişimimiz üzerinde doğrudan etkili olduğumuzu düşünmek
çok daha hoş bir duyguydu. Adler insan tabiatına ait daha doyurucu ve
iyimser bir resim çizmişti. Sosyal faktörlerin önemine olan inancı,
biyolojik belirleyicilerin nispeten dışarıda bırakılması, genellikle
olumlu bir katkı olarak düşünülür. Bu tutum sosyal bilimlere artan
ilgiyi ve psikanaliz içinde insan davranışlarının çeşitliliğine daha
uygulanabilir bir yeniden yönlendirmenin başlangıcını pekiştirmişti.
Adler’in sisteminin de eleştiri alan
yanları vardı. Pek çok psikolog Adler’in teorilerini günlük yaşamın
sağduyulu örneklerine dayanan yapay teoriler olarak nitelendirmiş
olmasına rağmen bir başka grup Adler’in gözlemlerinin kavrayışlı ve
zekice bulmuştu. Freud Adler’in sistemini çok basit bulmuştu.
Karmaşıklığından ötürü psikanalizi öğrenmek en azından 2 yıl alırdı,
oysa Adler’in düşünceleri “içerisinde bilinmesi gereken çok az şey
barındırdığı için sadece 2 hafta içerisinde öğrenilebilirdi” (Sterba’dan
alıntı, 1982, s, 156). Adler cevaben tam bu nokta üzerinde durmuş ve
psikoloji sistemini sadeleştirmenin tam 40 yılını aldığını söylemiştir!
Adler’in sistematik ve sabit bir
teorisyen olmadığı da iddia edilmişti. Adler’in görüşleri, tıpkı öteki
teorisyenler gibi cevaplandırılmamış pek çok soruyu ardında bırakmıştı.
Davranışlarımızı yönlendiren yaratıcı güç tam olarak neydi? insanların
yetersizlikleriyle uzlaşmalarını önleyen şey neydi? Bu süreçte çevrenin
ve kalıtımın rolleri neydi? Deneysel psikologların Freud ve Jung’a
yönelik eleştirilerinin çoğu Adler’e de yöneltilmişti.
Adler’in hasta gözlemleri
tekrarlanamadığı gibi, bu gözlemler sistematik ve kontrollü bir şekilde
de yürütülmemişti. Adler, tıpkı Freud ve Jung gibi, hastalarının
bildirdiklerinin doğruluğunu araştırmaya çalışmamış, verileri analiz
etme ve bunlardan sonuç çıkarma yordamını açıklamamıştı.
Adler’in doğum sırasına ilişkin
düşünceleri önemli miktarda araştırmaya konu olmasına rağmen,
görüşlerinin çoğu deneysel doğrulamaya uygun değildir. Doğum sırasıyla
ilgili yapılan araştırmalar ilk doğanların başarı ihtiyacının yüksek
olduğunu ve başkalarına bağımlı olmaya meyilli olduklarını ve gerilim
durumlarında çok tedirgin olduklarını göstermiştir (Breland, 1974;
Schahter, 1963,1964). Araştırma bulgulan Adler’in, ilk doğanların,
ikinci çocuğun gelmesiyle tahttan indirildiğine ve bu çocukların daha
kaygılı ve endişeli olduklarına dair görüşlerinin desteklemiştir. Adler
son doğanların aşırı şımartılmadı durumunda yetişkin yaşamda
karşılaşacakları hayatın problemleriyle baş edebilmede güçlük
çekeceklerini tahmin etmiştir. İlk doğanların son dolanlardan daha fazla
alkolik olduğunu gösteren görüş, pek çok çalışma taralından
desteklenmiştir (Barry & Blane, 1977).
Genel olarak Freud sonrası psikanaliz
üzerinde Adler’in etkisi büyüktür. Bilinçaltından ziyade bilinç ve
rasyonel süreçler üzerinde yoğunlaşan ego psikologlarının çalışmaları
Adler’in öncülüğünde sürmüştür. Kişiliği etkileyen sosyal güçler
üzerinde yoğunlaşmak Karen Horney’in çalışmalarında da görülür.
Kişiliğin bütünlüğü üzerinde önemle durması Gordon Allport’un
çalışmalarına yansımıştır. Bireyin kendi hayatını şekillendirmede
yaratıcı gücün üzerinde durması, Adler için “O yıldan yıla daha haklı
çıkıyor” (Maslow, 1970, s. 13) diyen Maslow’un çalışmalarını
etkilemiştir. Adler’in etkisi teorisyen Julian Rotter’in sosyal öğrenme
çalışmasıyla 1980′lere dek yayılmıştır.
Bazı psikologlar Adler’in bilişsel ve
sosyal değişkenler üzerindeki vurgusuyla zamanının çok ötesinde olduğunu
iddia etmişlerdi. Bu değişkenler Adler dönemindeki psikolojiden çok,
günümüz psikolojisi akımlarıyla bağdaşabilir.
KAYNAK:
SCHULTZ, Duane P.& SCHULTZ, Sydney Ellen (2002) A History Of Modern Psychology