Monday, January 21, 2013

Hayalet



Erich Fromm
Yalnızca birkaç kişinin açıkça gördüğü bir hayalet dolaşıyor aramızda. Şu bildiğimiz komünizm ya da faşizm hayaleti değil bu. Yepyeni bir tehlike... Tek amacı maddi üretimi ve maddi tüketimi en üst düzeyde gerçekleştirmek olan, bilgisayarlar tarafından yönlendirilen, tümüyle makinalaşmış bir toplum şeklinde kendini gösteren korkunç hayalet. Bu toplumsal süreç içinde, insanoğlu, toplum makinasının karnı tok, gözü pek, ancak etkin olmayan, canlı olmayan ve duygudan hemen hemen yoksun bir parçası haline getiriliyor. Bu yeni toplumun utkuya ulaşmasıyla bireycilik ve özel yaşam yok olacak; başkalarına karşı beslenebilecek duygular, ruhbilimsel koşullandırmalarla ve başka araçlarla, ya da yeni bir içgözlemsel deneyim olarak değerlendirilen uyuşturucularla düzenlenecek. Zbigniev Brzezinski'nin sözleriyle: “Teknoloji toplumunda şöyle bir eğilim göze çarpıyor: Birbirinden farklı düzeylerde bulunan milyonlarca yurttaşı duyguları saptırmada ve mantığı denetlemede en gelişmiş iletişim tekniklerini başarıyla sömüren çekici kişileri destekleyecek konuma getirmek.” Bu yeni toplum biçiminin doğacağı, roman türünde Orwell'in 1984 ve Aldous Huxley'nin Brave New World (Yürekli Yeni Dünya) adlı yapıtlarında önceden söylenmişti.
Belki de şu anda işin en kötü yanı, kendi sistemimizi denetleyemez duruma gelmiş olmamızdır. Bilgisayarların bizim adımıza verdiği kararları uyguluyoruz. Biz, insanoğlu olarak, daha çok, daha çok üretmek ve daha çok tüketmekten başka amaç gütmüyoruz. Hiçbir şeye karşı bir amaç beslemiyoruz, ya da her şeye karşı amaçsızlık içindeyiz. Karar verme sorumluluğundan yoksun bırakılmışımızın yarattığı edilginlik yüzünden, tinsel ölüm tehlikesiyle, ve ayrıca nükleer silahlarla yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Bu nasıl oldu? Nasıl oldu da, insanoğlu, doğaya karşı kazandığı utkunun doruğundayken, kendi yarattığı şeylerin tutsağı haline geldi, nasıl oldu da, ciddi olarak kendi kendini yok etme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı?
İnsanoğlu, bilimsel hakikatin araştırılması süreci içinde, doğaya egemen olmada yararlanabileceği bilgiye rastladı. Bu alanda büyük başarılar elde etti. Ancak tekniğe ve maddi tüketime tek taraflı ağırlık vermekle, kendisiyle ve yaşamla olan bağını yitirdi. Dinsel inancını ve ona bağlı olan insansal değerleri yitirince, teknik ve maddi değerler üzerinde yoğunlaştı; derin coşkular duyma yetisini, bu duyguların getirdiği sevinç ve üzüntüyü duyma yetisini yitirdi. İnsanoğlunun inşa ettiği makina öylesine gelişti ki, onun düşünme biçimini saptayan yeni bir güç haline geldi.
Şu anda sistemimizin en tehlikeli yönlerinden biri, ekonomimizin silah üretimine (ayrıca bütün bir savunma mekanizmasını ayakta tutmak için yapılan çalışmalara) ve maksimum tüketim ilkesine dayandığı olgusudur. Çok iyi işleyen bir ekonomik sistemimiz var, ancak bu sistemin işlemesi için bizi maddi olarak yokolma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan şeyleri üretmemiz, bireyi tümüyle edilgin bir tüketiciye dönüştürmemiz ve dolayısıyla onu ölüleştirmemiz ve bireyin kendisini güçsüz ve yetkisiz hissetmesini sağlayan bir bürokrasi yaratmamız gerekli oldu.
Çözümlenmesi olanaksız trajik bir ikilemle mi karşı karşıyayız? Sağlıklı bir ekonomiye sahip olmak için hasta insanlar üretmek zorunda mıyız, yoksa maddi kaynaklarımızı, buluşlarımızı, bilgisayarlarımızı, insanoğlunun yararına hizmet edecek şekilde kullanabilir miyiz? Güçlü ve iyi işleyen bir düzene sahip olmak için bireylerin edilgin ve başkalarına bağımlı olmaları zorunlu mudur?
Bu sorulara değişik yanıtlar verilebilir. “Megamakina'nın insan yaşamına getirebileceği devrimci ve korkunç değişikliği görebilenler arasında yeni bir toplum düzeninin kaçınılmaz olduğunu, dolayısıyla toplumsal değerler konusunda tartışmanın anlamsız olduğunu söyleyen yazarlar var. Bu yazarlar, yeni toplumun, günümüz insanı üzerindeki etkileri konusunda az da olsa kaygı duymakla birlikte, ondan hoşlandıklarını da gizlemiyorlar. Zbigniev Brzezinski ile H. Kahn, bu anlayışın iki temsilcisi örneğin. Tayfın diğer ucunda, Technological Society (Teknoloji Toplumu) adlı kitabında, oluşmakta olan yeni toplumun büyük gücünü ve onun insan üzerindeki yıkıcı etkisini betimleyen Jacques Ellul var. Yazar, sözünü ettiğmiz hayaleti, insanlıktan korkunç derecede yoksun nitelikleriyle ele alıyor. İçinde bulunduğumuz durumun içerdiği olasılıklar açısından yeni toplumun baskın çıkacağı kanısında olmasına karşın, kesinlikle ya da kaçınılmaz olarak utkuya ulaşacağı sonucuna varmıyor. Ancak, “Teknoloji dünyasının insanoğlunun kişisel ve tinsel yaşamını tehlikeye attığının bilincine varan insan sayısının artması ve bu insanların, söz konusu evrimin gidişine engel olarak özgürlüklerini savunmaya kararlı davranması halinde” insanlıktan çıkarılmış toplumun başarısız olabileceği görüşünü dile getiriyor. Lewis Mumford'un yaklaşımı da Ellul'unkinin aynıdır, denebilir. Yazar Tlıe Myth of the Machine (Makina Miti) adlı derin ve eşsiz incelemesinde “megamakina”yı, Mısır ve Babil toplumlarında ilk ortaya çıktığı dönemden başlayarak ele alıyor. Öte yanda, daha önce andığımız yazarlar gibi hayaletin varlığını hoşnutlukla ya da dehşetle kabul edenlerin tersine, aydın olsun sıradan yurttaş olsun, korkunç hayaleti fark etmeyen büyük bir çoğunluk var. Bunlar, on dokuzuncu yüzyılın modası geçmiş inancını taşıyor, makinanın, insanoğlunun yükünün hafiflemesine katkıda bulunacağını, insanın başarıya ulaşması için her zaman gerekli olacağını sanıyorlar; teknolojinin kendi mantığına uygun akışını sürdürmesine dur denmemesi halinde, bireysel ve toplumsal yaşamın kurulmuş dizgesini tehlikeye sokacak kanser gibi bir ur haline geleceğini görmüyorlar. Bu kitapta izlenen yaklaşım, Mumford ve Ellul'un görüşleriyle çakışmaktadır. Yalnız, insanın toplumsal dizge üzerindeki denetimini yeniden sağlayabilmesi olasılığının büyük olduğuna inanmam bakımından onlardan ayrılabilirim belki. Bu konudaki umutlarım şu etmenlerden kaynaklanmaktadır:
1. Düzen “İnsanı”, sistemin bir uzantısı olarak ele alınırsa, şu andaki toplumsal dizgemiz çok daha iyi anlaşılır. İnsan doğası, bir soyutlama olmadığı gibi, sonsuz sayıda kalıba girebilen, istenilen yöne çekilebilen, dolayısıyla dinamiği yokumsanacak bir sistem değildir. Kendine özgü nitelikleri, yasaları ve seçenekleri vardır. Sistem Adamı'nın incelenmesi, sosyoekonomik düzendeki belirli etmenlerin insana neler getirdiğini, Düzen İnsan'ındaki rahatsızlıkların nasıl bütün bir toplumsal dizgede dengesizlikler oluşturduğunu görmemizi sağlar. Sistemin çözümlenmesinde insan faktörünü dikkate almakla, onun işlemeyişinin nedenlerini daha iyi anlar, toplumsal dizgenin ekonomik işleyişinin sağlıklı oluşuyla onun parçaları olan insanların mutlu ve sağlıklı olması arasındaki ilişkiyi oluşturan ölçütleri saptayabiliriz. Elbet bütün bunlar, yalnız ve yalnız, insan doğasının kendi yapısının sınırları içinde maksimal ölçüde gelişmesinin, yani insanın esenliğinin her şeyden önemli olduğuna herkesin inanması halinde geçerlidir.
2. Umutlarım bir de sürdürmekte olduğumuz yaşam biçimine, bunun gizlilikten ve kişisellikten yoksun oluşuna, edilginliğine ve suskun sıkıcılığına duyulan hoşnutsuzluktan; insanoğlunun bilgisayardan olduğu gibi hayvandan da ayıran bir varoluş biçimine, tarihin son birkaç bin yılı içinde geliştirdiği o özgül gereksinmelerine yanıt veren sevinç dolu, anlamlı bir varoluşa duyulan özlemden kaynaklanmaktadır. Nüfusun büyük bir çoğunluğunun eksiksiz maddi doyumun tadını tatmış bulunması, ancak tüketici cennetinin, vaat ettiği mutluluğu sağlamadığını anlaması, bu hoşnutsuzluk ve özlemi güçlendirmiştir. (Elbet yoksullar, “bir insanın isteyebileceği her şeye sahip olanlar” daki sevinçten yoksunluğu, neşesizliği görerek öğrenmek dışında bu konuda bilgilenme fırsatı bulamadılar henüz.)
İdeolojiler ve kavramlar, çekiciliklerini büyük ölçüde yitirdiler; “sağ”, “sol” gibi, “komünizm”, “kapitalizm” gibi geleneksel kalıplar anlamlarını yitirdiler. İnsanlar kendilerine yeni bir yön, yeni bir felsefe — fiziksel ve tinsel açıdan ölümün önemini değil de yaşamın önemini konu alan yeni bir felsefe arayışı içindeler.
Birleşik Devletler'de ve bütün dünyada, giderek büyüyen bir kutuplaşma olayı görülmekte: Bir yanda zor kullanmayı, “yasa ve düzeni”, bürokratik yöntemleri ve giderek yaşamsızlığı çekici bulan, bunlara doğru çekilenler, diğer yandaysa yaşama — bir kalıptan çıkmış taslaklardan ve bir diğerinin tekrarı olan kopyalardan çok, yeni yaklaşımlara özlem duyan insanlar var. Bu yeni cephe, ekonomik ve toplumsal yaşantımızla, yaşama olan ruhsal ve tinsel yaklaşımımızda köklü değişiklikler yapmak istiyor. Çok genel çizgilerle bu hareketin amacı, bireyi etkin hale getirmek, insanın toplumsal düzen üzerindeki denetimini yeniden sağlamak ve korumak, ve teknolojiyi insancıllaştırmaktır. Bu, yaşam adına doğmuş bir harekettir; günümüzde yaşama karşı boygösteren tehlike, tek bir sınıfa, tek bir ulusa karşı değil, herkese yönelik bir tehlike olduğundan, bu hareket çok geniş bir ortak tabana sahiptir.
Ancak her şeyden önce açıklığa kavuşturulması gereken bir nokta var: Bugün, tutmuş olduğumuz yolu değiştirebileceğimiz konusunda yaygın bir umutsuzluk vardır. Bu, genellikle bilinçsiz bir umutsuzluktur; aslında insanlar bilinçli olarak “ iyimser” dir ve daha ileri bir “gelişme”yi umut etmektedirler. İçinde bulunduğumuz durumu ve ondaki umut yeşertme yetisini tartışmaya başlamadan önce, umut görüngüsünü ele almamız gerekir.

Friday, January 11, 2013

Öfkeyi Yaşamak


Yaşam boyu herkes çeşitli engellenmelerle karşılaşır: Trafik, işlerin zamanında yetişmemesi, çalışanların işe gelmemeleri, randevularına zamanında gelmeyenler, sis nedeniyle kalkmayan uçaklar gibi sorunlar veya yaşanan hayal kırıklıkları, hakkımız olanı alamadığımız, incinip gereksinmelerimizin ya da isteklerimizin doğru şekilde karşılanmadığı, işlerin yolunda gitmediği ve yaşantımızda önemli bir duygusal sorunla karşılaştığımız zaman yaşanan duygu ÖFKE’dir. 
Genel olarak öfke duygusal bir tepkidir ve yine diğer duygular gibi, son derece doğal ve evrenseldir. Ancak iletişimin işlevsel ve yapıcı olabilmesi, duyguların sağlıklı olarak ifade edilebilmesine bağlıdır. Kontrol edilemeyen yıkıcı ve saldırgan tepkilere dönüşebilen aile içi şiddet, çocuk taciz ve istismarlarında, terör olaylarında, sokak kavgalarında ve trafikte yaşanan sözel ve bedensel şiddet olaylarının arkasında sağlıklı ifade edilmeyen, edilemeyen öfke duyguları yatar. 
Birçok insan öfke ve benzeri duygularını bastırmaya, inkar etmeye ve yok saymaya çalışır. Bu anlamda sıkıntılarını kabul edip yardım almayı da reddeder. Öfke kişiler arası iletişimi bozar. Evlilikler, aile içi iletişim ya da işyerlerinde yönetilemeyen öfke, patlamalara ve krizlere neden olur. Uygun yollarla ifade edilemeyen öfke, saldırganlık ve düşmanlık duyguları kişilerde ciddi sağlık problemlerine dönüşür. Kronik kalp ve damar hastalıklarına, baş ağrısına, yüksek tansiyona ve mide rahatsızlıklarına yol açtığı gibi öfke ile etkin bir biçimde baş edememe sigara ve alkol, madde bağımlılığı ve yeme bozukluklarına da neden olabildiği araştırmalarla kanıtlanmıştır. (Friedman ve Rosenman, 1974; Tavris, 1989). Üniversitenin ilk yıllarında öfke ve düşmanlık duyguları yüksek olan bireylerin 20 yıl sonra yüksek kolestrollü, daha çok alkol ve sigara tüketen, aşırı kilolu yüksek tansiyon gibi hastalıkları olan daha çok sağlık sorunları yaşayan kişiler olduğu görülmüştür. 
Tokat atma, tekme atma, vurma, yüksek sesle konuşma, küfür etme, tehdit etme, aşırı eleştirel olma, hata arama, tartışmacı ve saldırgan tavırlar içinde olma, isim takma, suçlama, alay etme, dedikodu yapma, şüphecilik, önyargıyla yaklaşma öfke nöbetleri geçirme gibi açıkça kişinin başkalarını incitmeyi ya da çevreye zarar vermeyi istediğini gösteren sözel ve fiziksel tacizler genellikle öfkenin doğrudan görülebilen belirti ve işaretleri olarak tanımlanabilmektedir (Madlow, 1972).
Başkalarından uzak durma ve onlarla işbirliğini reddetme, sessizlik, unutkanlık, psikosomatik hastalıklar, depresyon ve suçluluk duyguları, kazaya yatkınlık, işbirliğine karşı direnç, bağımlılık davranışları, aşırı alttan alma, çekingen davranma, ağlama, şiddete ve suça yönelik fantaziler içinde bulunma, yoğun bir rahatsızlık ve stres içinde olma duygusu, mutsuzluk ve gerginlik, güceniklik ve ruhsal acı çekme duygularının varlığı gibi belirtiler ise ÖFKE’nin dolaylı olarak ifadesini içeren belirti ve işaretlerdir. 
Öfkesini hiç ortaya koymayan, devamlı bastıran kişinin de psikosomatik ya da depresif bazı sorunları ortaya çıkabilir. Öfkeyi yerinde ve zamanında dışa vurmak sağlık açısından faydalıdır. Olaylar ya da insanlar karşısında gösterilen içsel ve dışsal tepkilerin kontrol edilmesi, onların yapıcı şekilde yönetilmesi önemlidir. Gevşeme tekniklerinin uygulanması ve düşüncelerin yeniden yapılandırılması gerekmektedir (Cautin & Goetz, 2001). 
Kişiler, öfke ile başa çıkmak için onu bastırmak yada saklamak değil, tanımak, kabul etmek ve baş etmeyi istediklerinde öfkelerini yönetebilir ve öfkesinin zararlı etkilerinden kurtularak onu kendileri için yapıcı bir şekilde ifade edebilirler.(Kellner & Bry, 1999). 
KAYNAKÇA 
Friedman, M., Rosenman, R.H. (1974) Type A Behavior and Your Heart, Knopf, New York, NY, 
Tavris, C. (1989). Anger: The misunderstood emotion. New York, NY: Simon & Schuster. 
Madlow, L. (1972). Anger: How to recognize and cope with it. New York: Schribners. Madow, L 
Kellner, M. H., Bry, B. H., & Colletti, L. (2002). Teaching anger management skills to students 
with severe emotional or behavioral disorders. Behavioral Disorders, 24(4), 400-407. 
DİLEK DOĞU, Uzman Psikolog