Wednesday, December 19, 2012

Jung’un Sistemi: Analitik Psikoloji

            Analitik psikoloji ile Freud’un psikanalizi arasındaki temel görüş ayrılığı libidonun niteliği ile ilgilidir. Freud’a göre libido cinsel ağırlıklı bir kavram, Jung’a göre ise; libido genelleştirilmiş bir hayat enerjisidir. Jung’a göre libidinal hayat enerjisi, kendini, gelişme, üreme ve birey için neyin önemli olduğuna bağlı olan başka faaliyetlerde de gösterir. Jung hayat enerjisini sadece cinsellikte ele almaz. Örneğin, 3-5 yaş arasını  Freud, ilk cinsel belirtiler dönemi olarak algılarken, Jung’a göre cinsellik öncesi dönemdir. O’na göre libidinal enerji, gelişme ve beslenme işlevlerine hizmet eder. Jung ödipal süreci reddeder. Jung’a göre bu dönemde çocuk annesine olan düşkünlüğünü annenin yiyecek sağlayıcı işlevine bağlı bir doyum, ihtiyaç bağlılığı ve rekabet açısından ele almıştır. Jung’a göre libidinal enerji sadece ergenlikten sonra karşı cinse ilgi duyan bir şekle bürünür. O’na göre cinsellik libidoyu oluşturan birkaç dürtüden biridir. Freud’a göre her küçük çocuk annesine karşı cinsel ilgi duyar. Jung bunu çocukluğunda annesini algılama tarifine bağdaştıramamıştır. Annesini, çekici olmayan, şişman bir kadın olarak tarif etmiştir. Jung’a göre cinsellik, insan motivasyonunda küçük bir role sahiptir. Jung ve Freud arasındaki bir diğer farklılık, insanın kişiliğini etkileyen güçlerin yönüyle ilgilidir. Freud insanları çocukluk yaşantılarının, kurbanı olarak görürken, Jung, insanların şekillenmelerinin sağlayıcısının geçmişleri, geleceğe yönelik hedef ve ümitlerinin olduğunu söylemiştir. Davranışlar çocukluktan itibaren, tüm yaşam süresi boyunca değişime uğrar. Bir diğer fark ise; Jung, bilinçaltına fazla vurgu yapmamıştır. Bilinçaltına yeni bir boyut eklemiştir. Bu da bir tür olarak insanların hayvan atalarının kalıtsal deneyimleri (kollektif bilinçaltı) olmuştur. Jung, psike terimini üç seviyede oluştuğu söylenen zihinle ilgili kullanmıştır.  Bunlar, bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır. Bilinç, algıları ve anıları kapsar. Çevremize adapte olabilmemizi mümkün kılan gerçeklikle bağlantı kurmanın bir yoludur. Bilincin merkezinde ego vardır. Bilinci, bilinçaltının yanında ikincil öneme sahip bir unsur olarak görmektedir. Bilincin görünen yanından çok, gizli kalmış görünmeyen yanlarına dikkat çeker. Jung’a göre iki bilinçaltı seviyesi bulunmaktadır. Bunlar, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır. Kişisel bilinçaltı, bilincin hemen altındadır ve bireye aittir. Kişisel bilinçaltı, anılardan, arzulardan, dürtülerden, silik algılardan ve unutulmuş deneyimlerden oluşur. Bu bilinçaltı seviyesi çok derin değildir. Çünkü bilinçaltındaki olaylar kolaylıkla bilinç seviyesine getirilir. Kişisel bilinçaltındaki deneyimler, gruplaşarak, kompleksleri oluştururlar. Kompleksler, zihin, güç ve aşağılık hissi gibi düşüncelerle meşgul olmasıyla tanımlanan ortak ana konularla, duygu, anı ve isteklerin kalıplarıdır. Kişisel bilinçaltının altında kollektif bilinçaltı vardır. Kollektif bilinçaltı, birey tarafından bilinmeyen geçmişteki hayvan atalarının da dahil olduğu tüm nesillerin deneyimlerini kapsar. Kişiliğin temelini şekillendirir ve genel evrimsel deneyimlerden oluşur. Kişilikteki en etkili güçtür. Çünkü şimdiki davranışlarımızın hepsini yönlendirir. Jung’a göre tüm insanlar da kollektif bilinç ortaktır.

Arketipler

            Kollektif bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler olarak adlandırmıştır. Arketipler bir kişinin benzer bir durumla karşılaşan atalarıyla benzer şekilde davranmasına hazırlayan zihinsel deneyimlerin daha önceden varolan belirleyicileridir. Arketipler, duygular ve zihinsel olaylar gibi yaşanır. Doğum, ölüm, hayatın belirli evreleri ve çok büyük tehlikelere verilen tepkiyle birleşir. Jung, ayrı bir kişilik sistemi olarak gördüğü dört arketip sistemi tanımlamıştır. Bunlar, persona, anima, animus, gölge ve bendir. Persona, kişiliğin en dıştaki tarafıdır. Gerçek kişiliği saklar. Persona başkalarıyla ilişkiye geçtiğimizde takındığımız maskedir. Bizi topluma görünmek istediğimiz biçimde sunar. Bu nedenle persona gerçek kişiliğimize karşılık gelmeyebilir. Anima ve animus, her bir cinsin, hem erkeksi hem de kadınsı eğilimler gösterdiği görüşünü yansıtır. Anima erkeklerdeki dişilik özelliğini, animus; kadınlardaki erkeksilik özelliğini gösterir. Gölge; hayatın daha alt şekillerinde yer alan mirastır. Kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır. Gölge tüm ahlaksızlıkları, tüm hoş olmayan arzuları ve eylemleri ifade eder. Gölge çoğunlukla yapmamamız gereken şeylere bizi sevk eden olarak tanımlanır. Bu tür davranışlarda bulunurken birşeylerin üstümüze geldiğini söyleriz. İşte bu Jung’a göre, yaratılışımızın ilkel tarafıdır. Gölgenin olumlu yanı, insani gelişim için gerekli olan yaratıcılığın, spontanlığın ve yoğun coşkuların kaynağıdır. Ben, en önemli arketiptir. Ben, bilinçaltının tüm yönlerini dengeler. Kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrara kazandırır. Jung, ben’i, kendini gerçekleştirmeye benzetir. Kendini gerçekleştirme ile kişiliğin tüm yönlerinin bir ahenk ve olgunluk, uyum içerisinde olmasını kastetmiştir. Bu durum 35-40 yaş arasında ortaya çıkmaya başlar.

İçedönüklük ve Dışadönüklük

            Jung, içedönüklüğü ve dışadönüklüğü bilincin bir parçası olarak görmüş ve belirli durumlara bu iki şekilde tepki verildiğini söylemiştir. Dışadönük kişi libidosunu kendisi dışındaki olaylara, insanlara ve durumlara yöneltir. Bu tür bir insan çevresinden çok etkilenir, sokulgandır ve kendine güvenir.
            İçedönük insanın libidosu, kendi içine doğru yönelmiştir. Bu tür bir kişi dalgın, kendi düşüncelerini gözden geçiren, dışsal etkilere dayanıklı, kendine az güvenen, çekingen ve utangaçtır. Kişiler, tamamen içedönük ve dışadönük olamazlar.

Psikolojik Tipler

            Jung’a göre kişilik farklılıkları işlevler yoluyla da ortaya konabilir. İnsanlar işlevleri kendilerini hem nesnel dış dünyaya hem de öznel iç dünyaya yönelmek için kullanır. İşlevler, duyu, seziler, düşünme ve hissetme vb’dir. Düşünme, anlama ve kavramayı sağlayan kavramsal bir süreçtir. Hissetme öznel bir değerlendirme süreci iken, duyu; fiziksel nesnelerin bilinçli algısıdır. Sezinleme ise; bilinçsiz bir şekilde algılamadır. Düşünme ve hissetme, mantık ve muhakemeyi gerektiren tepki vermenin rasyonel biçimleri iken, duyu ve sezinleme rasyonel değildir.

Kelime Çağrışım Testi

            Kelime çağrışım testinin amacı, hastalardaki kişilik komplekslerini açığa çıkarmaktadır. Öncelikle hastaya bir kelime listesi okunur. Hasta her bir kelimeye, aklına ilk gelen kelimeyle karşılık verir. Jung, hastalarına bu testi uygularken her bir kelimeye karşılık verme zamanını, nefes alma ve derinin elektrik iletkenliğindeki değişiklikleri de ölçmüştür. Bu fiziksel ölçümle veri elde etmeye çalışmıştır. Eğer belirli bir kelimeye verilen tepki süresi uzunsa, nefes almada düzensizlik ve deri iletkenliğinde bir değişiklik varsa, bilinçaltında uyarıcı kelimeyle, birleşen duygusal bir problem olduğu sonucuna varır.

Yorum

Jung’un çalışmaları, din, sanat, psikoloji, psikiyatri, tarih ve edebiyat gibi alanları etkilemiştir. Jung, klinik gözlemlere ve yorumlamalara kontrollü laboratuar incelemelerinden daha çok güvenmiştir. Analitik psikoloji, Freud’cu psikolojiden daha az eleştiri almıştır. Jung’un psikolojik tipler hakkındaki görüşleri sayesinde Myers-Briggs göstergesi geliştirilmiştir. Bu gösterge bir kişilik testidir ve çalışan seçiminde ve danışmalık alanlarında kullanılmıştır. Jung’un içedönüklük ve dışadönüklük tutumlarını ölçen bir başka kişilik testine ilham vermiştir. Bu da Maudsley kişilik envanteridir. Bu sayede Jung’un görüşlerinin bir kısmının deneysel testlere uygun olduğu saptanmıştır. Jung’un kelime çağrışım testi, Rorshach mürekkep lekesi testinin gelişimini sağlamıştır. Maslow ve E. Ericson, Jung’un orta yaşın kişilik değişimi için çok önemli olduğu yaklaşımını benimsemişlerdir.

Sunday, December 9, 2012

Irkçılığın Psikolojik, Sosyal Psikolojik, Psikanalitik Açıklamarı





Alâeddin Şenel


Irkçılık bazı yazarlarca, korku, nefret, güvensizlik, dayanışma, fazla enerji, tutku gibi psikolojik ve sosyal psikolojik etmenlerle açıklanır. Pek çok açıklama bu başlık altında toplanabilir, ortaya atıldıkları tarih sırasına göre üç örnek ile yetiniyoruz. Bunlardan Reich'ınki psikanalitik olarak bir; Adorno ve arkadaşlarının açıklaması psikolojik ve sosyal psikolojik olarak iki; Krech ve Crutchfield'in açıklamaları psikolojik, sosyal psikolojik ve psikanalitik olarak üç boyutu da içeren açıklamalardır.210

a. Wilhelm Reich'ın Orta Sınıf İnsanının Bastırılmış Cinselliğinin Ürünü Olarak Irkçılık Kuramı

Wilhelm Reich (1897-1957) Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı adlı yapıtında, ırkçılığı faşizmin bir öğesi, ancak (s. 112'de) «Alman faşizminin tutunduğu ana menteşe ırk kuramıdır»211 diyecek kadar önemli, asal bir öğesi olarak görür. Reich bir öğretinin ekonomik temelinin onun somut dayanağını açıkladığını, ama bize onun akıldışı çekirdeği konusunda bir şey öğretmediğini (s. 118'de) söyler. Bir öğretinin maddesel, ekonomik temeli iki yönlüdür. Öğreti dolaylı yoldan toplumun ekonomik yapısına bağlıdır; dolaysız yoldan bu öğretiyi üreten ve toplumun ekonomik yapısıyla belirlenen insanların kendilerine özgü zihinsel yapılarına bağlıdır. Böylece, akıl dışı, ideolojik bir ortamda yetişen insanlar, akıldışı «kişilik yapıları» kazanırlar.

Reich'a göre emperyalizmin görüş açısını anlamak için onu doğuran ekonomik temele bakmalıyız. O zaman faşist ırk kuramı ile ulusçu öğretinin, ekonomik güçlüklerle karsılaşan bir egemen katmanın emperyalist amaçlarına bağlı oldukları görülür. Ancak bu ekonomik etmenler öğretinin özünü oluşturmaz, yalnızca yeşereceği toprağı oluştururlar. Faşist öğretinin akıldışı çekirdeği, faşist kişilik yapısıdır.

Reich, yapıtının (1942 yılında yapılan) birinci baskısında faşizmi, bir siyasal ideolojiyi örgütlü bir biçimde temsil eden siyasal partilerden biri gibi gördüğünü söyler. Her katmandan, her ırktan, her ulustan ve mezhepten insanları kapsayan hekimlik deneyimi, ona bu eski görüşünün yanlışlığını göstermiştir; faşizmin, orta sınıf insanının kişilik yapısının siyasal alanda örgütlenmiş görünümünden başka bir şey olmadığını öğretmiştir. Faşist kişilik yapısı belli partilere, ırklara, uluslara özgü değildir. Dahası, kişilik çözümlemesi alanında yaptığı deneylerle, faşist duyarlılığın ve düşüncenin bazı öğelerini taşımayan tek canlının [insanın] bulunmadığı, sonucuna varmıştır. Irksal önyargıların etkilerinin genişliği, dünyanın dört bir yanına yayılmış bulunmaları, bunların kaynağının insan beynindeki akıldışı kesim olduğunu göstermektedir. Öyle ki, ırklar kuramı faşizmin uydurduğu bir şey değildir; tam tersine, ırksal nefret, bu nefretin siyasal alanda dile getiriliş biçimi olan faşizmi doğurmuştur. Irkçı öğreti orgazm güçsüzlüğü çeken insanın kişiliğinde dışa vuran biyolojik bir hastalıktır. Faşizm, makineci buyurgan uygarlıkla onan makineci gizemci öğretisi tarafından ezilen insanın temel coşkusal tutumudur, bir «coşkusal veba»dır.

Ne var ki bu hastalığın kökleri derindedir. Bu bakımdan faşizm, ilk güdüleri, biyolojik güdüleri, binlerce yıldır baskı altında tutulan sıradan bireyin akıldışı kişilik yapısının dile gelmesidir. Buraya kadar düşüncelerini daha çok kendi sözlerinden izlediğimiz, bundan sonra izlemekte güçlük çekip yaptıklarını daha çok yorumlama yoluna gideceğimiz Reich, faşizmi, nesnel koşullar bakımından ekonomik bunalıma ve emperyalist eğilime bağlayan (Marksist), öznel koşullar bakımından cinsel güdüleri bastırılmış insanın akıldışı, gizemci kişilik yapısına bağlayan (Freudçu) bir sentezle açıklamaya çalışmaktadır. Bu iki olgu arasındaki bağlantıyı, anlayabildiğimiz kadar, ırkçılık kuramının sağladığını düşünmektedir. Ekonomik ve psikolojik öğelere bu ideolojik öğenin de katılmasıyla Faşizm, Reich'a göre, bir kitle eylemine dönüşmüştür. Hitler, geleneksel toplumsal yapılar arasında, özellikle aile içinde sıkışıp kalan cinsel enerjiyi açığa çıkarmış, harekete geçirmiştir212.

Reich yapıtının üçüncü baskısına yazdığı önsözde (s. 20' de) on yıl önceye (birinci baskının yapıldığı yıla) oranla ırkçı kuramın biyolojik gizemcilikten başka bir şey olmadığının daha iyi görüldüğünü söyler. Irkçılık kuramının dile getirdiği bu biyolojik gizemcilik şöyle işler: Saf Aryan ırkı düşüncesinin içindeki saflık kavramıyla, ırkın karışması korkusu yaratılarak, cinsel imsak yüceltilmiş, daha doğrusu geleneksel cinsel baskılama ideolojik bir biçim verilmiş olur. Naziler arasında cinsel ilişkilere ancak ırk, ulus, parti gibi belli kültür değerlerine katkıda bulunmak için izin verilmesiyle de, cinsel enerji parti yararına kullanılmış olur. Cinsel baskının biriktirdiği öfke ise, imsakçı davranmayan, ırkı karışık halklarla, kendilerinden Aryan ırkının saflığını bozma tehlikesi gelen Yahudiler'e yöneltilir. Bu öfke kendini Yahudiler'e eziyet etmek gibi sadist biçimlerde ortaya koyabilir. Irkçı kuram içinde Cermen kanının Yahudi kanıyla zehirlendiği görüşü, Alman düşünüşünün de Yahudi Marx tarafından zehirlendiği çağrışımını yaptırmaktadır.

Öte yandan efendiler ırkının üstünlüğüne inanmak, nasyonal sosyalist kitlelerin, kendilerini bu ırkın simgesi olarak sunulan führer ile özdeştirmelerine varır. Böylece, bir yandan yığın içindeki önemsiz kimselerin führer oldukları düşüne kaptıracak kadar körleşmelerine; öte yandan führere bağlanarak tutsaklıklarını seve seve benimsemelerine yol açar. Irkçı öğretide ırkların karışması kavramının toplumun egemen sınıfıyla ezilen sınıfların karışmaması kavramını gizleyişinde, sınıflı toplumda cinsel baskının oynadığı önemli rolü görürüz.

Cinsel baskı sonucunda biriken enerjileri böylece yücelten ya da saptıran nasyonal sosyalizmin ırk kuramının çekirdeği, ataerkil ailenin cinsel baskı ile bilinçaltına soktuğu «doğal cinsel yaşam ile orgazm işlevi karşısında duyulan öldürücü korkudur». Böylece Reich Alman faşizminin tutunduğu ana menteşenin ırk kuramı olduğunu ortaya koymuş olduğunu düşünür.

Reich 'a göre, Naziler'in emperyalizme hizmet eden ırkçılık öğretisi, tüm çelişkileriyle ve saçmalıklarıyla, akıldışı kökenlidir; olguları kendi kanıtlarına göre eğer büker. Böyle özünde irrasyonel olan bir düşünüşü rasyonel kanıtlarla çürütemezsiniz. Onu çürütmek için akıldışı işlevlerini günışığına çıkarmak gerekir. İki akıldışı işlevi vardır: 1. emperyalist özlemlere biyolojik bir kanıt kazandırmak, 2. ulusçu duyarlılığın bilinçdışı duygusal güdülerini dile getirip bazı ruhsal eğilimleri gizlemek.

b. Adorno ve arkadaşları’nın Etnosantrizm ve Yetkeci Kişiliğin Bir Ürünü Olarak Irkçılık Kuramı

Reich ırkçılığı, kökleri binlerce yıl gerilere dayanan cinsel duyguların bastırılmasıyla ilişkilendirdiği faşizmin, coşkusal veba dediği faşizmin dayanağı olan bir hastalık gibi görürken, faşizmi ve ırkçılığı Reich gibi kişilik yapısı ile açıklamaya çalışan Adorno ve arkadaşları, onu bir hastalık olarak görmezler213.

Adorno ve arkadaşları, The Authoritarian Personality (1950) [Yetkeci Kişilik] adlı yapıtlarında, siyasal ve ekonomik güçlerin etnosantrizmin hem kurumsal hem de bireysel psikolojik biçimlerinin gelişmesinde yaşamsal bir rol oynadığını (s. 151'de) kabul ederler. Önyargıların toplumun genel örgütlenmesinin [düzeninin] ürünü olduğunu ve ancak toplumun değişmesiyle değişebileceklerini (s. 975'de) teslim ederler. Ama etnosantrizm dedikleri ırkçı düşünüş ve tutumun yalnız açıklanmasını değil, engellenmesini, önlenebildiği kadar önlenmesini de (s. vıı'de) amaçladıkları için, konunun bu boyutlarını dışarıda bırakıp, kendi grubuna olumlu, öteki gruplara olumsuz önyargılarla bakan etnosantrik kişilik yapısı üzerinde dururlar. Freudcu bir kişilik yapısı kuramına (s. 5'de) dayanarak, etnosantrik (etnik benmerkezci) kişilik yapısının öğelerini açıklamaya girişirler. Vardıkları sonuç (s. 150'de) etnosantrik davranışın, düşüncenin her noktasına işleyen katı bir içgrup (ingroup, benim grubum) dışgrup (cut group, başka gruplar) ayrımına dayandığı, dışgruplara karşı basmakalıplaşmış olumsuz, düşmanca hayaller, içgruba karşı basmakalıplaşmış olumlu boyuneğici tutumlar takındığı, gruplar arası ilişkilerde içgrubun haklı olarak başat konumda olması, dışgrupların ona boyun eğmesi biçiminde sıradüzenci, yetkeci bir görüşü içerdiğidir. Böylece, «yetkeci kişilik» dedikleri bir tipi ortaya çıkarırlar. Bu yeni «antropolojik» tür, eski bağnaz tipten farklı olarak, yüksek düzeyde endüstrileşmiş bir toplumun irrasyonel ve antirasyonel inançlarını biraraya getirebilmektedir. Aynı zamanda hem aydınlanmış hem boş inançlıdır; bireyci olmaktan onur duyar, ama öteki insanlara benzememekten korkar. Öte yandan erke ve yetkeye körükörüne boyuneğme eğilimindedir.

«Potansiyel faşist» dedikleri, etnosantrik düşünüş ve tutumları olan bu kişilik yapısı; hemen her toplumda görülebilir. Toplumsal durum ve koşullar (s. vıı) ile içinde yaşanılan toplumsal ve siyasal düzen (s. 975) bu potansiyel faşist kişilik yapısının o ya da bu ölçüde su yüzüne çıkmasına yol açabilir. Öte yandan, yetkeci kişilik yapısı ile etnosantrik önyargılar ve benimsenen ideoloji arasında bağlantı vardır. Öyle anlaşılıyor ki, Adorno ve arkadaşlarının yorumuna göre, etnosantrik (ırkçı) düşünüş ve tutumlar, bir yanda kişilik yapısı ve toplumsal ve siyasal düzen ile öte yanda önyargılarla ideolojinin, bazı toplumsal koşulların ve olayların katalizörlüğü ile birleşerek, egemen düşünüş ve tutumlar durumuna gelmesiyle doğmaktadır.

Etnosantrik (ırkçı) eğilimlerin belli (sıradüzenci) dünya görüşleri ile birlikte görüldüğünü, sağ toplumsal ve siyasal ideolojilerin bir parçası olduğunu söyledikleri halde, (s. 104' te) etnosantrizmin gruplarda ve gruplar arası ilişkilerde varlığını sürdüren bir «ideolojik sistem» olduğunu da söyler1er. Sonuç olarak, antisemitizmi, ırkçılığı da içeren bir kapsamı olan «etnosantrizm» Adorno ve arkadaşları için, kişilik yapısı yetkeci olan potansiyel faşist kişilerde görülen düşünüş ve davranış biçimidir214

c. Krech ve Crutchfield'ın Psikolojik, Sosyal Psikolojik,Psikanalitik Bir Hastalık Olarak Irkçılık Kuramı

David Krech ve Richard S. Crutchfield, Sosyal Psikoloji Teori ve Sorunlar adlı yapıtlarında (s. 505 vd'de) Amerika’da ırkçılığa Sosyal psikolojik açıdan yaklaşan bilim çevrelerinin tipik tutumunu yansıtmaktadırlar. Bu yazarlara göre ırkçılık bir önyargıdır. Ancak Adorno ve arkadaşlarından farklı olarak, bu önyargıyı (s. 505'te) bir «hastalık» olarak görmektedirler. Böyle görmeleri onu düzenin normal bir ürünü olarak görmediklerini gösterir. Irkçılığın tarihsel kaynaklarının önemini kabul ederler ve karmaşık bir biçim almış olan bu sorunun zenciler bakımından yalın ve asal bir ekonomik uygulama ile [kölelikle] başladığından kuşku duymazlar. Irkçılığın tarihsel açıklamasında ise Tannebaum'un daha önce ele aldığımız «tarihsel rastlantı» kuramını benimser görünürler. Ancak, kitaplarının konusu gereği, sorunu bir bireysel psikoloji ve Sosyal psikoloji sorunu olarak ele alırlar. Böyle alınca da ırkçılığı, «başıbozukluk ve saldırganlık», «paranoia», «engellenen gereksinimlerin yolaçtığı saldırganlığı destekleyen bir önyargı», «bastırılmış gerilimlerin hizmetine giren önyargı», «belirsiz bunalım durumlarına hazır yorum olarak önyargı», vb. psikolojik, sosyal psikoloji, psikanalitik açılardan incelemeye, yorumlamaya girişirler.

Irk önyargısının Amerikan halkının heterojenliği gibi çevresel desteklerine de değindikten sonra, ırka bakarak fark, gözetmenin Amerikan toplumunun öteki kesimleri yanı sıra işçi (sendika) hareketinde, silahlı kuvvetlerde de her zaman görüldüğünü anlatıp, (s. 56l'de) bu «hastalığın» tüm sınıflarına yayılmış olarak Amerikan halkının 0'inde bulunduğunu söylerler215 ve yapıtlarının bir bölümünü ırk önyargısının denetlenmesine ayırırlar.


210 Collette Guilaum'in araştırmasında, ırkçılığın genellikle bireysel bir eğilim olarak görüldüğünü ve psikolojik terimlerle yorumlandığını gösterip, bunun ırkçılığın küçük görülmesi, rastlantısal bir olaymış gibi açıklanması tehlikesini içinde taşıdığı yolunda uyarıda bulunuluyor. (James D. Hallovan. «Mass Media and Race: A Research Approach», Race as News, s. 10'da).

211 Reich, Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı, özellikle s. 7-28'deki “Üçüncü Basıma Önsüz” ve s. 112-137'de III. Bölüm: Irk Kuramı.

212 Roger Daudonn, “Wilhelm Reich'ın Çevresinde Faşizmin Gidip Gelmeleri ve Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı”, Maria A. Macciocchi, Faşizmin Analizi, çev. Cemal Süreyya, İstanbul, 1977, Payel Yayınları içinde, s. 286.

213 Adorno ve arkadaşlari, The Authoritarian Personality, s. 7.

214 Adorno ve arkadaşları. The Authoritarian Personality, özellikle Daniel J. Levinson tarafında yazılan IV. ve V. bölümler.

215 Krech ve Crutchfield, Sosyal Psikoloji Teori ve Sorunlar, özellikle XII. ve XIII, bölümler. Bu yapıtta, s. 54'de 1931 yılında Guilford'un yedi Amerikan üniversitesinde yaptığı ırksal tercih hiyerarşisi sonuçları verilmektedir. En beğenilenden en beğenilmeyene doğru 15 etnik -grup söyle - sıralanmıştır: 1. İngilizler, 2. Almanlar, 3. Fransızlar, 4. İsviçreliler, 5. İspanyollar, 6. İtalyanlar, 7. Ruslar, 8. Yahudiler, 9. Yunanlılar, 10. Japonlar, 1l. Meksikalılar, 12. Hintliler, 13. Zenciler, 14. Çinliler, 15. Türkler.


Kaynak: Alâeddin Şenel (1984): Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Bilim ve Sanat: Ankara, s. 136-142