Analitik
psikoloji ile Freud’un psikanalizi arasındaki temel görüş ayrılığı
libidonun niteliği ile ilgilidir. Freud’a göre libido cinsel ağırlıklı
bir kavram, Jung’a göre ise; libido genelleştirilmiş bir hayat
enerjisidir. Jung’a göre libidinal hayat enerjisi, kendini, gelişme,
üreme ve birey için neyin önemli olduğuna bağlı olan başka faaliyetlerde
de gösterir. Jung hayat enerjisini sadece cinsellikte ele almaz.
Örneğin, 3-5 yaş arasını Freud,
ilk cinsel belirtiler dönemi olarak algılarken, Jung’a göre cinsellik
öncesi dönemdir. O’na göre libidinal enerji, gelişme ve beslenme
işlevlerine hizmet eder. Jung ödipal süreci reddeder. Jung’a göre bu
dönemde çocuk annesine olan düşkünlüğünü annenin yiyecek sağlayıcı
işlevine bağlı bir doyum, ihtiyaç bağlılığı ve rekabet açısından ele
almıştır. Jung’a göre libidinal enerji sadece ergenlikten sonra karşı
cinse ilgi duyan bir şekle bürünür. O’na göre cinsellik libidoyu
oluşturan birkaç dürtüden biridir. Freud’a göre her küçük çocuk annesine
karşı cinsel ilgi duyar. Jung bunu çocukluğunda annesini algılama
tarifine bağdaştıramamıştır. Annesini, çekici olmayan, şişman bir kadın
olarak tarif etmiştir. Jung’a göre cinsellik, insan motivasyonunda küçük
bir role sahiptir. Jung ve Freud arasındaki bir diğer farklılık,
insanın kişiliğini etkileyen güçlerin yönüyle ilgilidir. Freud insanları
çocukluk yaşantılarının, kurbanı olarak görürken, Jung, insanların
şekillenmelerinin sağlayıcısının geçmişleri, geleceğe yönelik hedef ve
ümitlerinin olduğunu söylemiştir. Davranışlar çocukluktan itibaren, tüm
yaşam süresi boyunca değişime uğrar. Bir diğer fark ise; Jung,
bilinçaltına fazla vurgu yapmamıştır. Bilinçaltına yeni bir boyut
eklemiştir. Bu da bir tür olarak insanların hayvan atalarının kalıtsal
deneyimleri (kollektif bilinçaltı) olmuştur. Jung, psike terimini üç
seviyede oluştuğu söylenen zihinle ilgili kullanmıştır. Bunlar,
bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır. Bilinç, algıları
ve anıları kapsar. Çevremize adapte olabilmemizi mümkün kılan
gerçeklikle bağlantı kurmanın bir yoludur. Bilincin merkezinde ego
vardır. Bilinci, bilinçaltının yanında ikincil öneme sahip bir unsur
olarak görmektedir. Bilincin görünen yanından çok, gizli kalmış
görünmeyen yanlarına dikkat çeker. Jung’a göre iki bilinçaltı seviyesi
bulunmaktadır. Bunlar, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır.
Kişisel bilinçaltı, bilincin hemen altındadır ve bireye aittir. Kişisel
bilinçaltı, anılardan, arzulardan, dürtülerden, silik algılardan ve
unutulmuş deneyimlerden oluşur. Bu bilinçaltı seviyesi çok derin
değildir. Çünkü bilinçaltındaki olaylar kolaylıkla bilinç seviyesine
getirilir. Kişisel bilinçaltındaki deneyimler, gruplaşarak, kompleksleri
oluştururlar. Kompleksler, zihin, güç ve aşağılık hissi gibi
düşüncelerle meşgul olmasıyla tanımlanan ortak ana konularla, duygu, anı
ve isteklerin kalıplarıdır. Kişisel bilinçaltının altında kollektif
bilinçaltı vardır. Kollektif bilinçaltı, birey tarafından bilinmeyen
geçmişteki hayvan atalarının da dahil olduğu tüm nesillerin
deneyimlerini kapsar. Kişiliğin temelini şekillendirir ve genel evrimsel
deneyimlerden oluşur. Kişilikteki en etkili güçtür. Çünkü şimdiki
davranışlarımızın hepsini yönlendirir. Jung’a göre tüm insanlar da
kollektif bilinç ortaktır.
Arketipler
Kollektif
bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler olarak adlandırmıştır.
Arketipler bir kişinin benzer bir durumla karşılaşan atalarıyla benzer
şekilde davranmasına hazırlayan zihinsel deneyimlerin daha önceden
varolan belirleyicileridir. Arketipler, duygular ve zihinsel olaylar
gibi yaşanır. Doğum, ölüm, hayatın belirli evreleri ve çok büyük
tehlikelere verilen tepkiyle birleşir. Jung, ayrı bir kişilik sistemi
olarak gördüğü dört arketip sistemi tanımlamıştır. Bunlar, persona,
anima, animus, gölge ve bendir. Persona, kişiliğin en dıştaki tarafıdır.
Gerçek kişiliği saklar. Persona başkalarıyla ilişkiye geçtiğimizde
takındığımız maskedir. Bizi topluma görünmek istediğimiz biçimde sunar.
Bu nedenle persona gerçek kişiliğimize karşılık gelmeyebilir. Anima ve
animus, her bir cinsin, hem erkeksi hem de kadınsı eğilimler gösterdiği
görüşünü yansıtır. Anima erkeklerdeki dişilik özelliğini, animus;
kadınlardaki erkeksilik özelliğini gösterir. Gölge; hayatın daha alt
şekillerinde yer alan mirastır. Kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır.
Gölge tüm ahlaksızlıkları, tüm hoş olmayan arzuları ve eylemleri ifade
eder. Gölge çoğunlukla yapmamamız gereken şeylere bizi sevk eden olarak
tanımlanır. Bu tür davranışlarda bulunurken birşeylerin üstümüze
geldiğini söyleriz. İşte bu Jung’a göre, yaratılışımızın ilkel
tarafıdır. Gölgenin olumlu yanı, insani gelişim için gerekli olan
yaratıcılığın, spontanlığın ve yoğun coşkuların kaynağıdır. Ben, en
önemli arketiptir. Ben, bilinçaltının tüm yönlerini dengeler. Kişiliğin
tüm yapısına birlik ve istikrara kazandırır. Jung, ben’i, kendini
gerçekleştirmeye benzetir. Kendini gerçekleştirme ile kişiliğin tüm
yönlerinin bir ahenk ve olgunluk, uyum içerisinde olmasını kastetmiştir.
Bu durum 35-40 yaş arasında ortaya çıkmaya başlar.
İçedönüklük ve Dışadönüklük
Jung,
içedönüklüğü ve dışadönüklüğü bilincin bir parçası olarak görmüş ve
belirli durumlara bu iki şekilde tepki verildiğini söylemiştir.
Dışadönük kişi libidosunu kendisi dışındaki olaylara, insanlara ve
durumlara yöneltir. Bu tür bir insan çevresinden çok etkilenir,
sokulgandır ve kendine güvenir.
İçedönük
insanın libidosu, kendi içine doğru yönelmiştir. Bu tür bir kişi
dalgın, kendi düşüncelerini gözden geçiren, dışsal etkilere dayanıklı,
kendine az güvenen, çekingen ve utangaçtır. Kişiler, tamamen içedönük ve
dışadönük olamazlar.
Psikolojik Tipler
Jung’a
göre kişilik farklılıkları işlevler yoluyla da ortaya konabilir.
İnsanlar işlevleri kendilerini hem nesnel dış dünyaya hem de öznel iç
dünyaya yönelmek için kullanır. İşlevler, duyu, seziler, düşünme ve
hissetme vb’dir. Düşünme, anlama ve kavramayı sağlayan kavramsal bir
süreçtir. Hissetme öznel bir değerlendirme süreci iken, duyu; fiziksel
nesnelerin bilinçli algısıdır. Sezinleme ise; bilinçsiz bir şekilde
algılamadır. Düşünme ve hissetme, mantık ve muhakemeyi gerektiren tepki
vermenin rasyonel biçimleri iken, duyu ve sezinleme rasyonel değildir.
Kelime Çağrışım Testi
Kelime
çağrışım testinin amacı, hastalardaki kişilik komplekslerini açığa
çıkarmaktadır. Öncelikle hastaya bir kelime listesi okunur. Hasta her
bir kelimeye, aklına ilk gelen kelimeyle karşılık verir. Jung,
hastalarına bu testi uygularken her bir kelimeye karşılık verme
zamanını, nefes alma ve derinin elektrik iletkenliğindeki değişiklikleri
de ölçmüştür. Bu fiziksel ölçümle veri elde etmeye çalışmıştır. Eğer
belirli bir kelimeye verilen tepki süresi uzunsa, nefes almada
düzensizlik ve deri iletkenliğinde bir değişiklik varsa, bilinçaltında
uyarıcı kelimeyle, birleşen duygusal bir problem olduğu sonucuna varır.
Yorum
Jung’un
çalışmaları, din, sanat, psikoloji, psikiyatri, tarih ve edebiyat gibi
alanları etkilemiştir. Jung, klinik gözlemlere ve yorumlamalara
kontrollü laboratuar incelemelerinden daha çok güvenmiştir. Analitik
psikoloji, Freud’cu psikolojiden daha az eleştiri almıştır. Jung’un
psikolojik tipler hakkındaki görüşleri sayesinde Myers-Briggs göstergesi
geliştirilmiştir. Bu gösterge bir kişilik testidir ve çalışan seçiminde
ve danışmalık alanlarında kullanılmıştır. Jung’un içedönüklük ve
dışadönüklük tutumlarını ölçen bir başka kişilik testine ilham
vermiştir. Bu da Maudsley kişilik envanteridir. Bu sayede Jung’un
görüşlerinin bir kısmının deneysel testlere uygun olduğu saptanmıştır.
Jung’un kelime çağrışım testi, Rorshach mürekkep lekesi testinin
gelişimini sağlamıştır. Maslow ve E. Ericson, Jung’un orta yaşın kişilik
değişimi için çok önemli olduğu yaklaşımını benimsemişlerdir.