Monday, November 12, 2012

Alfred ADLER Psikanalizdeki Sosyal Psikoloji Teorileri

Psikanalizdeki Sosyal Psikoloji Teorileri:
Freud 19. yüzyıl biliminde yayılan mekanik ve pozitivist görüşten etkilenmişti. 19. yüzyılın sonlarına doğru yeni bilgi dalları, biyolojik ve fiziksel gerçeklerin dışında insan tabiatını inceleme yolları sunuyorlardı. Antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji insanlığın çevrelerini meydana getiren sosyal güçlerin ve kurumların bir ürünü olduğu önermesini kanıtlayacak deliller buluyorlardı. Bu durum insanların katı bir biyolojik varlık olmaktan çok sosyal bir varlık olarak araştırılması gerektiğini işaret ediyordu.
Antropologlar farklı kültürlerde yaptıkları araştırmaları sunarken, Freud tarafından varsayılan bazı nörotik semptomların ve tabuların, onun inandığı gibi evrensel olmadığı açık hale geldi. Örneğin ensest ilişkiye karşı gelen tabular tüm toplumlarda mevcut değildi. Dahası, sosyologlar ve sosyal psikologlar, insan davranışlarının çoğunun biyolojik ihtiyaçları karşılama yerine sosyal koşullanmadan kaynaklandığını öne sürmüşlerdi.
Bu nedenle dönemin zihinsel ruhu, Zeitgeist, insan tabiatına ait gözden geçirilmiş yeni bir kavrayışı gerektiriyordu, fakat Freud, bazı yandaşlarını dehşet içinde bırakarak hala kişiliğin biyolojik belirleyicileri üzerinde önemle duruyordu. Gelenekle daha az sınırlanmış olan bazı genç teorisyenler Ortodoks Freud psikanalizinden uzaklaşmış, psikanalitik teoriyi sosyal bilimlerin yönlendirmesine uygun bir çizgide yeniden şekillendirmeye başlamışlardır. Bu psikologların kişiliğin biyolojik güçlerden çok çevrenin bir ürünü olduğunu belirten görüşleri Amerikan kültürüyle uyum içindeydi ve Freud un düşüncelerinden daha umut verici ve iyimser bir insan tabiatı izlenimi veriyordu.
Biz burada sosyal yönelimli muhaliflerden iki tanesini ele alacağız: Alfred Adler ve Karen Horney. Sosyal psikolojik teoriler ortaya koyan bu iki psikolog ve diğerleri insan davranışının biyolojik güçlerle değil, bireyin özellikle çocukluğunda maruz kaldığı ilişkiler başta olmak üzere, kişiler arası ilişkiler tarafından belirlendiğini öne sürdüler.
Alfred ADLER

Alfred Adler (1870-1937)
Adler 1911 yılında Freud’la ilişkisine son vermesi sebebiyle psikanalizin sosyal psikolojik dalının çoğunlukla ilk yandaşı olarak düşünülür. Adler “sosyal ilginin temel bir rol oynadığı bir teori geliştirmiştir.

Adler’in Hayatı
Adler zengin bir ailenin çocuğu olarak Viyana’nın bir banliyösünde dünyaya geldi. Mutsuz çocukluğu hastalıklar, abisine duyduğu kıskançlık ve önemsiz, çirkin olma ve annesi tarafından reddedilme duygularıyla damgalandı. Pek umut vermeyen bu başlangıca rağmen Adler çok büyük bir azimle çalıştı ve büyürken arkadaşları arasında oldukça popüler biri haline geldi. Bunun sonucunda, başkalarıyla birlikteyken ailesinde hiç bulamadığı kabul edilme ve kendine saygı duygusunu elde etti (Orgler, 1965).
Başlangıçta Adler kötü bir öğrenciydi. O kadar yeteneksizdi ki, öğretmeni babasına bu çocuğun ayakkabıcı çıraklığı dışındaki hiçbir mesleğe uygun olmadığını söylemişti. Ancak sebatı ve kendini adaması sayesinde Adler sınıfın en kötü öğrencileri arasından yükselip en iyi öğrencileri arasına girdi. Sosyal ve akademik olarak, sahip olduğu olumsuzlukların ve aşağılık hissinin üstesinden gelebilmek için çok çalıştı, böylece daha sonra oluşturacağı, birinin zayıflığını telafi etmesi gereğine ilişkin teorisinin bir örneği haline geldi. Sisteminin ana parçasını oluşturan aşağılık duygularının tanımlanması kendi ilk çocukluk deneyimlerinin doğrudan bir yansımasıdır. Adler bunu “Benim hayatımı bilen insanlar benim çocukluğumun gerçekleriyle açıkladığım düşünceler arasında var olan uygunluğu açıkça görebilirler” diyerek itiraf ettiğinde kabul etmişti (Bottome, 1939, s.9).
Adler dört yaşında onu ölüme yaklaştıran zatürreeden iyileşirken doktor olmaya karar verdi. 1895 yılında Viyana Üniversitesinden doktorluk derecesi aldı. Göz alanında uzmanlaştıktan sonra genel tıp üzerinde çalıştı ve ardından psikiyatriyle ilgilendi. 1902 yılında Freud’un haftalık tartışma toplantılarına katılmaya başladı. Freud’la yakın bir çalışma ilişkisi içerisinde olmasına rağmen, ilişkileri kişisel değildi. Freud bir defasında Adler’in kendisini sıktığını söylemişti.
Birkaç yıl sonra Adler Freud’un teorisinden birkaç yönüyle farklı olan bir kişilik teorisi geliştirdi. 1911 yılını geçmeden Adler, Freud’un cinsel faktörler üzerinde vurgu yapmasını açıkça eleştirir hale gelmişti. Bir yıl önce Freud, görünüşe göre aralarında giderek artan görüş farklılıklarını uzlaştırabilmek amacıyla, Adler’i Viyana Analitik Topluluğu’na başkan olarak atamıştı. Ancak kaçınılmaz olan bölünme 1911 yılında, Adler başkanlıktan istifa edip Freud’la olan ilişkilerini resmen kesince tamamlandı. İki adam birbirlerine karşı oldukça sert bir tutum içinde kaldılar. Adler daha sonra Freud’u bir dolandırıcı olarak anlattı ve psikanalizden “pislik” olarak söz etti (Roazen, 1975, s.210). Freud’da Adler’den “anormal” birisi olarak söz etmişti (Gay, 1975, s.210).
Adler I. Dünya Savaşı sırasında Avusturya ordusunda doktor olarak görev yaptı ve daha sonra Viyana okul sisteminde çocuk rehberliğini organize etti. 1920′li yıllarda bireysel psikolojisi (individual psychology) tüm dünyadan olumlu tepkiler aldı ve pek çok taraftan onunla çalışmak için Viyana’ya geldiler. Birkaç ülkede konferans verdi ve 1926 yılında sıcak bir hoş geldin ile karşılandığı ABD’ye geldi. Birkaç ziyarette bulundu ve 1934 yılında New York’taki Long İsland Tıp Fakültesine profesör olarak atandı. 1937 yılında, yorucu bir konferans gezisinde İskoçya’nın Aberdeen şehrinde öldü.
Freud, Adler’in ölümünden büyük bir üzüntü duyan bir arkadaşına şunları yazmıştı: “Senin Adler’e duyduğun sempatiyi anlamıyorum. Bir Yahudi erkeği için Viyana’nın banliyösü dışında, Aberdeen’de ölüm duyulmamış bir şeydir ve onun ne kadar uzaklaştığının bir kanıtıdır. Dünya onun psikanalizle çatışmasını gerçekten şatafatlı bir şekilde ödüllendirmiştir” (Scarf, 1971, s.47).
Adler sayısız kitap ve makale yazmıştır. Adler’in teorileri Amerikan Bireysel Psikoloji Dergisi’nde ve Amerikan Bireysel Psikoloji Topluluğu tarafından anlatılmaya devam etmektedir.

Adler’in Sistemi: Bireysel Psikoloji
Adler’in ve Freud’un teorik görüşleri birbirinden kesin çizgilerle ayrılır. Freud davranışı geçmiş yaşantıların etkilediğini vurgularken Adler’in yönelimi geleceğe doğrudur. Kişiliğin ayrı parçalara bölünmesi Freud’un teorisinin temel bir özelliğidir. Adler’in yaklaşımı ise kişiliğin birliği üzerinde önemle durur.
Freud’tan ayrıldığı diğer bir nokta ise, Adler’in kendi bireysel psikoloji sistemini sosyal bir çizgi üzerinde geliştirmiş olmasıdır. Adler insan davranışının biyolojik güçler tarafından değil, sosyal güçler tarafından belirlendiğine inanmıştır. Kişiliği sadece kişinin sosyal ilişkilerini ve başkalarına karşı tutumlarını inceleyerek anlayabileceğimizi belirtmiştir. Adler kişisel ve sosyal amaçları gerçekleştirmek amacıyla başkalarıyla işbirliği yapmaya, bebeklikten itibaren öğrenme yoluyla gelişmeye yönelik, doğuştan gelen bir potansiyel olarak tanımlanabilecek sosyal ilginin (social interest) çocuklukta geliştiğini iddia etmiştir.
Bir çocuğun yüz yüze geldiği ilk sosyal durum, doğumu izleyen ilk günden itibaren annesiyle olan ilişkisidir Annesinin eğitimsel becerileri sayesinde çocuğun bir başka insana olan ilgisi ilk defa uyanır. Eğer anne bu ilgiyi işbirliği doğrultusunda nasıl eğiteceğini anlamışsa, çocuğun doğuştan gelen ve sonradan edindiği tüm yetenekleri sosyal anlayış yönünde birleşecektir (Adler,1930, s.403).
Bu nedenle sosyal tutum ve ilgi, öğrenme yaşantıları sayesinde gelişir. Freud gibi, Adler de çocukluğun ilk yıllarının kişiliği şekillendirici bir özelliğe sahip olduğunu kabul etmiştir, fakat Adler’in üstünde durduğu nokta biyolojik etkilerden çok sosyal etkiler üzerinedir. Cinselliğin insan kişiliğin şekillenmesi üzerindeki etkisini de küçümsemiş ve davranışın bilinçaltı belirleyicilerinden çok bilinçli belirleyicileri üzerinde yoğunlaşmıştır.
Freud ve Adler’in teorileri arasındaki bir başka farklı nokta bilincin önemi ile ilgilidir. Freud davranışın bilinçdışı belirleyicileri üzerinde önemle durmuştur fakat Adler bilince önem vermiştir. İnsanları kendi motivasyonlarının farkında olan bilinçli varlıklar olarak ele almıştır. Freud’a göre insan davranışı geçmiş yaşam deneyimleri tarafından belirlenmiştir. Adler ise gelecek için neler istediğimizden ve tahayyüllerimizden şiddetle etkilendiğimize inanmıştır. Gelecek amaçlar veya beklentiler için çabalama şimdiki davranışlarımızı etkileyip değiştirebilir. Örneğin, ölümden sonra ebedi bir lanetlenmeye uğrayacağı korkusunu yaşayan bir insan bu beklentisine uygun davranışlar sergiler.
Freud kişiliği birbirinden ayrı parçalara ayırırken (id. ego, süperego) Adler kişiliğin birliği ve tutarlılığı üzerinde durmuştur. Adler kişiliğin çeşitli kaynaklarını öncelikli bir amaca doğru yönelten dinamik bir güdüleyici etkinin var olduğunu öne sürmüştür. Hepimizin ulaşmak için çabaladığı bu son daha eksiksiz ve mükemmel bir gelişimi, başarıyı, yapıp etmeleri ve dini kavramayı kapsayan üstünlük (superiority) veya mükemmelliktir. Bu göre cinsellik egemen dürtü değildir, fakat üstünlüğe götüren birçok birisidir.
Adler bu çabayı kişiliğin her yönünde görmüştür.
Bu çaba fiziksel gelişime paralel gider. Hayatın kendisinin gerçek bir zorunluluğudur. Tüm işlevlerimiz onun yönünü izler; doğru veya yanlış şekilde, ele geçirme, güvence, artış için çabalar. Eksiden anıya doğru güdülenme hiç bitmez. “Aşağı” dan “yukarı’ya olan şiddetli istek asla durmaz. Tüm psikologlarımızın ve filozoflarımızın her türlü dayanak noktası kendini koruma, haz ilkesi, eşitlik hayalleridir fakat belirsiz simgeler, girişimler yükselen bir dürtüyü açığa vurmak içindir (Adler,1930, ss.398-399).
Adler’e göre üstünlük için çabalayış doğuştan gelen bir özelliktir ve sadece bireyin ortaya koyduğu değil, uygarlığın ortaya koyduğu tüm ilerlemeler den sorumludur. Üstünlük insanı ve toplumu bir başarı seviyesinden yukarıya doğru bir başka başarı düzeyine doğru taşır.

Aşağılık Duyguları
Daha önce motivasyonun asıl sebebinin cinsellik olduğu konusunda Adler’in Freud’la aynı düşünceleri paylaşmadığından söz etmiştik. Adler cinsellik yerine, genel bir aşağılık hissinin (tıpkı kendi hayatında olduğu gibi) davranışın belirleyici gücü olduğuna inanmıştı. Adler ilk başlarda bu aşağılık hissiyle bedenin kusurlu bölümlerini ilişkilendirmişti. Kalıtsal bir organik zayıflığı olan çocuk, yetersiz işlevi üzerinde gereğinden fazla durarak bu kusurunu ‘ödünlemeye (compensate) çalışacaktır. Örneğin, Demosten kekeleme sorunun üstesinden gelmiş ve ünlü bir hatip olmuş; aynı şekilde, zayıf bedenli bir çocuk yoğun egzersiz çalışmaları sayesinde çok iyi bir dansçı veya atlet olma durumuna gelmiştir.
Adler daha sonra bu düşüncesini herhangi bir fiziksel, zihinsel veya sosyal engeli de içine alacak şekilde genişletmiştir. Ayrıca bir bebeğin çaresizliğinin ve küçüklüğünün, herkes tarafından yaşanan, genel bir aşağılık hissi oluşturduğuna ve bu nedenle tüm çocukların çevrelerine bütünüyle bağımlı olduklarına inanmıştı. Bu aşağılık hissinin farkında olan çocuk, aynı zamanda içten gelen bir dürtüyle üstünlük için çabalamaktadır. Böylece çocuk aşağılık duygusunun ve güvensizliğin üstesinden gelebilmek için kışkırtılmışım Adler bu itme ve çekme sürecinin hayat boyunca devam ettiğine, bireyi daha büyük başarılara ulaşmaya zorladığına inanmıştı.
Aşağılık duygulan hem bireyin hem de toplumun yararına iş görür, çünkü onları sürekli gelişmeye iter. Oysa çocuklukta, ailenin aşın şımartması veya reddetmesiyle karşılaşılan aşağılık duygulan, anormal şekilde açığa vurulan telafi edici davranışlara sebep olabilir. Ayrıca, aşağılık duygularını telafi etmede başarısızlığa düşme, kişinin hayatın problemleriyle mücadele etmede yeteneksiz hale getiren bir aşağılık kompleksinin (inferiorily complex) geliştirmesine sebep olabilir.

Yaşam Stili
Adler’e göre önde gelen amacımız olan üstünlük duygusu evrenseldir, fakat insanların bu amaca ulaşma sırasında sergiledikleri davranışlar çok çeşitlidir. Üstünlüğe ulaşma çabalarımızı çeşitli yollarla sergileriz ve her birimiz, Adler’in yaşam stili (style of life) dediği, tipik bir tepki verme şekli geliştiririz.
Görünen o ki, hayatın ilk dört veya beş yılından sonra yaşam stili, hayata belirli şekilde sarılma yollarıyla, hayatın üstesinden gelme stratejisiyle ve onunla işbirliği yapma derecesi ile kendini gösteren bir prototip olarak şekillenmektedir (Adler, 1930, s.403).
Yaşam stili, hayali veya gerçek aşağılık duygusunu ödünleyen davranışları kapsar. Bizim örneğimizde zayıf bedenli çocuğun yaşam stili, çocuğun fiziksel gücünün ve dayanıklılığının artışıyla sonuçlanan sportif faaliyetlerde bulunma gibi davranışları içermektedir. Çocuklukta şekillenen bu yaşam stili sabit ve değişmesi zor bir duruma gelir ve daha sonraki tüm yaşantıları yönetecek bir çerçeve oluşturur.
Kişiliğin oluşmasında ilk çocukluk yıllarına Adler’in de en az Freud kadar önem verdiğini gördük. Ancak Adler’in Freud’tan ayrıldığı nokta bireyin kendisini ve kendi yaşam stilini bizzat kendisinin bilinçli olarak oluşturduğu düşüncesidir.
Adler ayrıca çocuğun kişilik gelişiminde aile faktörü üzerinde de önemle durmuştur. Engelli bir çocuk kendisini bir hata olarak görebilir ancak ödünleme ve anlayışlı bir ebeveynin yardımlarıyla yetersizliklerini güce dönüştürebilir. Öte yandan, ebeveyni tarafında çok fazla şımartılıp ben-merkezli hale gelen bir çocuk sosyal ilgi sahibi olmaz ve sürekli başkalarının onun arzularını kabul etmesini bekleyebilir. Hem şımartma hem de ihmal etme hayatın gerekleriyle baş edebilme yeteneğimize olan güvenimizi baltalar.

Ben’in Yaratıcı Gücü
Adler’in ben’in yaratma gücü (creative power of the self) görüşü teorisinin zirvesi olarak kabul edilir. Adler bizim kişiliğimizi kendimize has yaşam stilimizle uyumlu şekilde belirleme yeteneğine sahip olduğumuza inanır. Yaratıcı güç eski ruh kavramına benzetilebilecek insanın varlığının aktif bir ilkesini temsil eder. Belirli yetenek ve deneyimler kalıtım ve çevre yoluyla bize gelirler, fakat hayata karşı tutumlarımızın temelini sağlayan bu deneyimleri kullanma ve yorumlama yolumuzdur.
Ben’in yaratıcı gücü görüşü, kendi kişiliğimizi ve kaderimizin şekillenmesinde bizim bilinçli olarak yer aldığımız anlamındadır. Adler insanların kendi yazgılarının geçmiş yaşam deneyimleri tarafından belirlenmesini pasif şekilde izlemek yerine, yazgılarının belirlenmesine doğrudan katılmaya açık olduklarına inanmıştı.

Doğum Sırası
Adler hastalarının çocukluklarını incelerken kişilik ile doğum sırası (birth order) arasındaki ilişkiyle ilgilenmeye başlamıştı. Çocuğun aile içerisindeki yerinden ötürü en büyük, ortanca ve en küçük çocukların farklı sosyal deneyimler yaşadıklarını, bunun bir sonucu olarak farklı kişilikler sergilediklerine inanmıştı, örneğin en büyük çocuk ikinci çocuğun doğumuyla tahtan indirilene kadar büyük bir özenle büyütülür. Daha sonra ilk doğan düzen ve otoriteyi devam ettirme merakıyla endişeli ve düşmanca, otoriter ve muhafazakar hale gelebilir. Adler suçluların, nörotiklerin ve sapıkların çoğunlukla ilk doğanlar olduğunu ileri sürmüştü. (Freud bir ilk doğandı.)
Adler ikinci çocuğun çok hırslı, isyankar ve kıskanç, ilk doğanı sürekli aşamaya çalışan biri olduğunu bulmuştu. Adler, ikinci doğan çocuk olarak, büyük abisiyle (adı Sigmund idi) hayatı boyunca rekabete dayanan bir ilişki içinde olmuştu. Bununla birlikte Adler, ikinci doğanın hem en küçük hem de en büyük çocuktan daha iyi uyum gösterdiğini düşünmüştür. En küçük çocuğun şımartılacağına ve bu yüzden hem çocuklukta hem de yetişkinlikte davranış problemleri göstermesinin muhtemel olduğuna inanmıştı.

Yorum
Adler’in teorileri, Freud’un cinsel güçlerin ve çocukluk deneyimlerinin belirlemesi egemenliğindeki insan tabiatı görüşlerinden tatmin olmamış veya nefret etmiş pek çok insan tarafından heyecanla karşılandı. Hepsinden öte, kendimizin bilinçli olarak kendi gelişimimiz üzerinde doğrudan etkili olduğumuzu düşünmek çok daha hoş bir duyguydu. Adler insan tabiatına ait daha doyurucu ve iyimser bir resim çizmişti. Sosyal faktörlerin önemine olan inancı, biyolojik belirleyicilerin nispeten dışarıda bırakılması, genellikle olumlu bir katkı olarak düşünülür. Bu tutum sosyal bilimlere artan ilgiyi ve psikanaliz içinde insan davranışlarının çeşitliliğine daha uygulanabilir bir yeniden yönlendirmenin başlangıcını pekiştirmişti.
Adler’in sisteminin de eleştiri alan yanları vardı. Pek çok psikolog Adler’in teorilerini günlük yaşamın sağduyulu örneklerine dayanan yapay teoriler olarak nitelendirmiş olmasına rağmen bir başka grup Adler’in gözlemlerinin kavrayışlı ve zekice bulmuştu. Freud Adler’in sistemini çok basit bulmuştu. Karmaşıklığından ötürü psikanalizi öğrenmek en azından 2 yıl alırdı, oysa Adler’in düşünceleri “içerisinde bilinmesi gereken çok az şey barındırdığı için sadece 2 hafta içerisinde öğrenilebilirdi” (Sterba’dan alıntı, 1982, s, 156). Adler cevaben tam bu nokta üzerinde durmuş ve psikoloji sistemini sadeleştirmenin tam 40 yılını aldığını söylemiştir!
Adler’in sistematik ve sabit bir teorisyen olmadığı da iddia edilmişti. Adler’in görüşleri, tıpkı öteki teorisyenler gibi cevaplandırılmamış pek çok soruyu ardında bırakmıştı. Davranışlarımızı yönlendiren yaratıcı güç tam olarak neydi? insanların yetersizlikleriyle uzlaşmalarını önleyen şey neydi? Bu süreçte çevrenin ve kalıtımın rolleri neydi? Deneysel psikologların Freud ve Jung’a yönelik eleştirilerinin çoğu Adler’e de yöneltilmişti.
Adler’in hasta gözlemleri tekrarlanamadığı gibi, bu gözlemler sistematik ve kontrollü bir şekilde de yürütülmemişti. Adler, tıpkı Freud ve Jung gibi, hastalarının bildirdiklerinin doğruluğunu araştırmaya çalışmamış, verileri analiz etme ve bunlardan sonuç çıkarma yordamını açıklamamıştı.
Adler’in doğum sırasına ilişkin düşünceleri önemli miktarda araştırmaya konu olmasına rağmen, görüşlerinin çoğu deneysel doğrulamaya uygun değildir. Doğum sırasıyla ilgili yapılan araştırmalar ilk doğanların başarı ihtiyacının yüksek olduğunu ve başkalarına bağımlı olmaya meyilli olduklarını ve gerilim durumlarında çok tedirgin olduklarını göstermiştir (Breland, 1974; Schahter, 1963,1964). Araştırma bulgulan Adler’in, ilk doğanların, ikinci çocuğun gelmesiyle tahttan indirildiğine ve bu çocukların daha kaygılı ve endişeli olduklarına dair görüşlerinin desteklemiştir. Adler son doğanların aşırı şımartılmadı durumunda yetişkin yaşamda karşılaşacakları hayatın problemleriyle baş edebilmede güçlük çekeceklerini tahmin etmiştir. İlk doğanların son dolanlardan daha fazla alkolik olduğunu gösteren görüş, pek çok çalışma taralından desteklenmiştir (Barry & Blane, 1977).
Genel olarak Freud sonrası psikanaliz üzerinde Adler’in etkisi büyüktür. Bilinçaltından ziyade bilinç ve rasyonel süreçler üzerinde yoğunlaşan ego psikologlarının çalışmaları Adler’in öncülüğünde sürmüştür. Kişiliği etkileyen sosyal güçler üzerinde yoğunlaşmak Karen Horney’in çalışmalarında da görülür. Kişiliğin bütünlüğü üzerinde önemle durması Gordon Allport’un çalışmalarına yansımıştır. Bireyin kendi hayatını şekillendirmede yaratıcı gücün üzerinde durması, Adler için “O yıldan yıla daha haklı çıkıyor” (Maslow, 1970, s. 13) diyen Maslow’un çalışmalarını etkilemiştir. Adler’in etkisi teorisyen Julian Rotter’in sosyal öğrenme çalışmasıyla 1980′lere dek yayılmıştır.
Bazı psikologlar Adler’in bilişsel ve sosyal değişkenler üzerindeki vurgusuyla zamanının çok ötesinde olduğunu iddia etmişlerdi. Bu değişkenler Adler dönemindeki psikolojiden çok, günümüz psikolojisi akımlarıyla bağdaşabilir.
KAYNAK:
SCHULTZ, Duane P.& SCHULTZ, Sydney Ellen  (2002) A History Of Modern Psychology

No comments:

Post a Comment