Irkçılık ve
Psikiyatri, Bir Gözden Geçirme – Dr. Kemal Sayar & Dr. Sefa Saygılı*
Bazı
psikanalistlere göre kendi kişisel yetersizliklerimiz için bir günah keçisi
aradığımızda ‘yabancıyı icad ederiz. Her toplumun kendi davranış ve inançlarına
ilişkin bir kurallar bütünü vardır. Kendi grubumuzu nasıl tanımladığımız kimi
bu grubun dışında tuttuğumuz ile yakından ilgilidir. Yabancı bizim grubumuzun
ve kurallar bütünümüzün dışında tuttuğumuz insandır ve farklı olduğu için bizim
statükomuzu tehdit ettiğini düşünürüz. Kendimiz için kabul edilemez bulduğumuz
dürtüleri yabancıya yansıtırız. ‘Eğer onlar olmasaydı bir temiz ve saf
olacaktık; onlar şiddet, delilik ve seks ile bizi kirletiyorlar’ diye
düşünebiliriz Jordan 1968). Irkçılık doktirininin zemininde kültürel etkenler
kadar bu psikolojik düzenek de yer alır. Ancak ırk önyargısı ile ırkçılığı
birbirinden ayırmak gerekir. Irk önyargısı yanlış ve katı bir genellemeye bağlı
antipatidir ancak ırkçılık bir doktrin veya ideolojidir. Dolayısıyla ırkçılığı
tanımlayan, bir kişi veya kurumun dışa vuran davranışıdır. Bu yazıda psikiyatri
ve ırkçılık ilişkisini de ele alacağız.
Ruh sağlığının
algılanma biçimiyle kültürel bağlam arasında yakın ilişki vardır. Ancak, bir
kültürün nasıl algılandığı o kültürel yapı içindeki insanları nasıl
algıladığımızı da belirler. Bir kültürü primitif, anormal veya patolojik olarak
algılarsak; kişiyi de öyle algılama ihtimalimiz vardır. J.C. Pritchard’ın
(1835) sözleri bu konuda iyi bir örnektir: “Vahşi ülkelerde yani Afrika
zencilerinde ve Amerika yerlilerinde delilik yok denecek kadar azdır”. Aubrey
Lewis
(1965) o dönem
Avrupa’sında Avrupalı olmayanların, Avrupa kültüründen mahrum bulundukları için
zihinsel açıdan yozlaşmış kabul edildiğini belirtir. ABD’de de benzeri görüşler
köleliği meşrulaştırmak için kullanılmışlardır. Suman Fernando’nun (199D
bildirdiğine göre Babcock isimli bir ruh hekimi 1895 yılında şöyle yazar:
‘Ruhsal rahatsızlıklar Afrika’da hiç bilinmiyorken özgürleşmeyle birlikte
zencilerin çılgınlık vakalarında artma olmuştur’. Afrika kökenli insanların
‘uygarlık’a uyum sağlama yeteneklerinin olmadığını ileri süren bu görüş
psikiyatri suistimalinin açık bir örneğidir.
Yüzyılın ilk kırk
yılında yapılan kültürlerarası psikiyatri çalışmalarının ortak özelliği, batılı
olmayan kültürlerin ‘primitif olarak etkilenmesidir. Avrupalı olmayanların ve
kültürlerinin ilkel olarak kabul edilmesi, Batı psikiyatri düşüncesinde uzun
yıllar kabul görmüş ve ‘ilkel’ insanlar üzerinde yapılan araştırmaların
nesnelliği üzerine kuşku uyandırmıştır. Freud (1913) ünlü eseri Totem ve
Tabu’da Avrupa’lı nevrotikler ile vahşilerin zihinsel hayatı arasında
paralellikler kurmuş, Devereux (1939) şaman olarak isimlendirilen Batılı olmayan
sağaltıcıların nevrotik ya da psikotik olduklarını ileri sürmüştür. Bugün
evrenselci psikiyatri görüşü (Batılı psikiyatrik kavram, hastalık modelleri ve
tedavi ihtiyaçlarının bütün dünyada geçerli olduğu yolundaki görüş) gizliden
gizliye bir ırkçı bakış açısına (kısmen de olsa) sahip olduğu için
eleştirilmektedir (Fernando 1991).
Ruhsal hastalığın
bir teşhis olarak belirlenmesi Batı psikiyatrisinin asli unsurlarından biridir
ve teşhis de, Avrupa’da geçtiğimiz 300 yıl içinde geliştirilen hastalığın tıbbi
modeline dayanır. Bu boşlukta oluşmuş, sosyal ortamdan hiç etkilenmeden nesnel
bir süreç sonucu ortaya çıkmış değildir. Ruhsal hastalığın bir ‘toplumsal inşa’
olduğu düşüncesi Sovyetler Birliği’nde psikiyatrinin politik amaçlı istismarı
ve 1973′te Amerika Psikiyatri Cemiyeti’nin homoseksü-aliteyi bir hastalık
olmaktan çıkarmasıyla belirginleşmiştir. Her iki durumda da politik güçlür
neyin hastalık olduğunu belirlemişlerdir. Yine de ırkçılığın etkisi her zaman
bu kadar gözönünde değildir. Bir toplumdaki politik, sosyal ve ideolojik
baskılar sağduyuyu, klinik kanaati, hastalığın anlaşılabilirliğini etkileyerek
teşhis sürecine bir etkide bulunabilirler (Ingleby 1982). Böylece ‘yabancı’ ve
‘daha aşağı’ olarak algılanan siyahlar arasında şizofreni daha yaygın olarak
teşhis edilebilir. Bunun gibi ‘sorumluluk duygusu gelişmemiş’ olarak kabul
edilen Afrikalılarda depresyonunda nadir görüldüğünü iddia eden psikiyatrlara
rastlanabilir (Carothers 1953). Teşhisin yapıldığı bağlamdan kaynaklanan ırkçı
baskılara ek olarak, teşhis süreci semptomların veya psikopatolojinin tanınması
ve değerlendirilmesi esnasında da bir etkiye maruz kalabilir. Irkçılığın
göçmenler için gerçek bir tehlike oluşturduğunu farketmemek, öfke ve korkunun
‘paranoya’ olarak teşhis edilmesine yol açabilir. Teşhisten sonra dahi ırkçılık
devreye girip hastanın idaresini etkileyebilir. Sabshin ve ark. (1970) ‘Batılı
olmayan’ hastanın ABD’de nasıl algılandığını özetlemişlerdir: ‘Düşmanlık güden,
tedaviye isteksiz, ilkel karakter yapısı olan, dürtülerince güdülen ve
psikolojik zihinli olmayan’.. ABD ve İngiltere gibi siyahlara karşı bir
önyargının bulunduğu ülkelerde ilaç dozları yüksek tutulabilir ve bu insanlar
daha fazla tecrit edilebilirler. Almanya’da da benzeri bir durum Türk hastalar
için söz konusu olabilir.
ABD’de iç savaşa
dek siyah psikiyatri hastaları hapishanede tutuluyorlardı. Sadece beyazlar ve
siyahlar ayrılmamıştı ve beyazlar arasında İrlandalılar da ayrı
tutulmaktaydılar. 1948 yılında Amerikan Psikiyatri Cemiyeti’nin başkanı beyaz
ve siyah hastaların bir arada bulunmasına karşı çıkabiliyordu (Tho-mas ve
Sillen, 1972). Los Angeles’ta beyaz hastaların %11′i, ama siyah hastaların
yalnızca %3′ü klinikte on seferden fazla görülüyorlardı. Siyah Amerikalı’larda
psikoz teşhisi hem daha fazla konuyor hem de aynı teşhisi taşıyan siyahlar,
beyazlara göre daha çok hastaneye yatırılıyorlardı (Willie 1973). Beyaz
psikiyatrların siyahların psikoterapiden yararlanmayacakları yolunda bir
kanıları vardı (Shabin 1970, Griffiths 1977). Siyah hastaların ‘ilkel karakter
yapısı’ onları psikanaliz için elverişsiz kılıyordu. Güney Afrika’da da yakın
zamana dek psikiyatri hizmeti ırkçı esaslara göre belirlenmekteydi. 1948′de
Nasyonalist Parti iktidara geldiğinde siyahlar arasında intihar yaygınlığı iki
katına çıktı. Dünya Sağlık Örgütü’nün bir raporuna göre ırk ayrımı zamanında
Güney Afrika’da siyah psikiyatr yoktu (WHO, 1977). İngiltere’de de Asya kökenli
hastaların psikiyatrik hastanelere, sıklıkla, zorla yatırıldıkları
bildirilmiştir. Londra’da bir hastanede yapılan çalışma göçmenlerin psikiyatri
hastanelerine daha çok acil olarak getirildiğini göstermiştir (Littlewood
1980). Littlewood ve Lipsedge (1997) beyaz bir hastayla siyah bir doktorun
karşılaşmasının doktor için ‘statü çelişkisi’ doğurduğu fikrindedirler. Hasta ve
yakınları göçmenler hakkında hissettikleriy-le doktora duyduklarını uzlaştırmak
zorunda kalırlar. Yazarlara göre hasta ve yakınları sıklıkla küçümseyici bir
tonda konuşmakta ve siyah bir doktora görünmekle ikinci sınıf bir hizmet
aldıkları düşüncesine kapılmaktadırlar. Sıklıkla beyaz bir doktora, siyah bir
doktorun kendilerini anlayamayacağı yolunda yakınmayı yeğlemektedirler. Statü
çelişkisi siyah hasta siyah doktorla karşılaştığında da görülür: Hasta doktoru
gerçekte ‘beyaz’ olarak görürken, siyah doktor işçi sınıfından bir hastanın
psikoterapiden yararlanamayacağından beyaz meslektaşlarıyla hemfikirdir. İkisi
de bir diğerinde kendisini görmez.
Yüzyılın ikinci
yarısında, açık ırkçı yaklaşımların yerini ‘baskıcı merhamet’ aldı. Siyahlar
ırkçılığın kurbanı olarak görüldüler: Kölelik ve ayrımcılık ‘Zen-ci’nin
karakterini itaatkar, çocuksu bir yapıya büründürmüştü’ (Davis 1966). Siyah
yine aşağıda ancak beyin gelişmesinde bir eksiklikten ziyade ‘kültürel
mahrumiyet’ten muzdariptL Standart İngilizce’yi akıcı konuşmaması veya çocuk
disiplininin orta sınıf kalıplarını benimseyememesi yoksunluk olarak görüldü.
Sefaletin kültürü, bir kültür sefaleti oluvermişti.
Siyah insanların
açıkça aşağı olduğunu söylemek geçmiş ırkçılığın bir günahı olarak
değerlendirildiğinde; önyargının kendisi de bir hastalık olarak tanımlandı.
Ayrımcılık psikolojik olarak anormal bir davranıştı. Irkçılık bir hezeyandı
(Willie 1973). Bir zamanlar tıp tarafından desteklenen ırkçılık artık bazı
patolojik beyaz bireylerin hastalığı olarak açıklanmaktaydı (Willie 1973).
Ancak teorinin açılamadığı yalnızca bazı bireyler bu hastalıktan muzdaripse
nasıl bir toplumun ırkçı olabildiğiydi. Irkçı bir toplumda ırkçı normal
bireydir (Littlewood ve Lipsedge, 1997). Bir günah keçisi bulmak kendimizi temize
çıkarmak anlamına gelir. Irkçı bir toplumda, ırkçılıktan faydalanan herkes
ırkçıdır.
Başkalarını kendi
kriterlerimize göre patolojik olarak görmek kolaydır. Beyaz bir gelecek zaman
duygusu göstermediği için siyahın ‘içgüdüsel’ olduğuna inanırsa, siyah da beyazın
yaşantı ve insanlara nesne gibi davrandığı için hasta olduğunu düşünebilir.
Siyahın ve beyazın tarihi bağlan hesaba katılmadan her iki değerlendirme de
anlamsız olacaktır. Köleliği uygulamak insanlara nesne gibi davranmaktır, öte
yandan köle olmak, bir geleceği olmamaktır (Littlewood ve Lipsedge 1997). Baka
bir gruba baktığımızda psikolojik zorlukları kendi normallik ölçütlerimizi
eksen alarak yorumlamak isteriz. Başka topluluklarda normal bir yaşantı Batılı
normlar içinde patolojik sayılabilir.
Sonuç
Bazı davranış
kalıplarını bir ırka maletmek, bizden farklı olanı patolojik olarak etiketlemek
psikiyatri üzerinden ırkçılık yapmaktır. Bir ırkın diğerine üstün olduğu
önyargısı psikiyatri içinde gizli ya da açık bir karılık bulmamalıdır. Irk
konusundaki duyarlılık insanların dünya görüşleri içinde geçerlidir. Hastalığın
bir iletişim kurma arzusu olduğu unutulmamalıdır. Psikiyatrist ırk ve dünya
görüşü konusunda bir önyargıyla görüştüğü kişinin dilini anlamakta zorluk
çekebilir ve bu yüzden arzu edilen iletişimi gerçekleştiremez. Oysa psikiyatri
hizmetinin temel taşı empatidir: Bir insanı anlamak için, onu bütün kalbimizle
dinlememiz gerekir.
* Vakıf Gureba
Eğitim Hastanesi, Psikiyatri Kliniği
Yeni Symposium
35(2-3): 72-74, 1997
Kaynaklar
Cartohers, J.C. (1953)
The African Mind in Health and Disease: A study in ethopsychiatry, WHO
Monograph, No. 17, WHO Geneva.
Davis, B.D. (1966)
The problem of slavery in western culture, Cornell University Press, ABD.
Devereux G (1939)
‘Mohave culture and personality’ Character and Personality, 8:91-109 (Aktaran
Fernando S).
Fernando, S.
(1991) Mental health, race and culture. Mind Publications. London.
Freud, S. (1913)
Totem and Taboo (Vienna: Hugo Heller) İng.: Routledqe Kegan Paul, London, 1950.
Griffith, M.S.
(1977), “The influence of race on the psychotherapeutic relationship”,
Psychiatry, 40:27-40.
Ingleby, D. (1982)
‘The Social construction of Mental Illness, P. Wright and A.Treacher (eds). The
problem of medical knowledge: Examining the social construction of medicine
(edinburgh: Edinburgh University Press), s. 123-143.
Lewis, A. (1965)
Chairman’s opening remarks, AVS DeRu-eck and R.Poter (eds) Transcultural
psychiatry, Churchill Livingstone, London, s. 1-3.
Littlewood, R. and
Cross, S. (1980), Ethic minorities and psychiatric services’, Sociology of
Health and Illness, 2:194-201.
Littlewood, R and
Hipsedge, M. (1997) Aliens and alienists: Ethnic minorities and psychiatry. 3rd
edition, Ro-utledge, London.
Pritchard JC
(1935): A Treatise on Insanity and other disorders affecting mind. (Aktaran
Littlewood ve Fernando).
Sabshin, M.,
Diesenhaus, H., and Wilkinson, R. (1970). Dimensions of instutional racism in
psychiatry. American Journal of Psychiatry, 127: 787-793.
Thomas, A. and
Sillen S. (1972), Racism and Psychiatry, Brunner/Mazel, New York.
Willie, C.V,
Kramer B.M., and Brown B.S. (1973), Racism and Mental Health, University of
Pittsburgh Press.
World Health
Organization (1977) Apartheid and Mental Health Care, WHO
No comments:
Post a Comment