Tuesday, November 20, 2012

İŞKENCECİNİN PSİKOLOJİK PROFİLİ



1962 yılının Mayıs ayında, Yale Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Stanley Milgram adlı sosyal psikolog, psikoloji tarihinin en tartışmalı deneylerinden birini yapmıştır İtaatkarlık deneyi olarak da bilinen

bu deneyden, işkence konusunun geçtiği yerlerde sıklıkla bahsedilmektedir

Başta Hitler Almanya’sında olmak üzere yargılanan savaş suçlularının, işkence ve kötü muamele yaptıklarına dair suçlamalara yanıt olarak kendilerini “ben sadece görevimi yapıyordum” şeklinde savunmaları Milgram’ı oldukça etkilemiş ve bunun üzerine bu deneyi yapmaya karar vermiştir

İnsanların hangi seviyeye kadar itaat edeceklerinin ölçüldüğü bu deneyde deneklere, cezalandırmanın öğrenme üzerindeki etkisinin araştırıldığı söylenmiştir Denekler ya öğretmen ya da öğrenci olmak üzere hileli (yani her halükarda öğretmen olacakları) bir kuraya katılmışlardır Öğretmen rolünde yapmaları gereken yan odada, kelime çiftlerini ezberlemeye çalışan ve bir şok aletine (“shock generator”a) bağlanmış diğer deneğe (öğrenciye), yanlış yaptıkça elektrik vermekti Önlerindeki panelde 15 volttan başlayıp, 450 volta kadar 15 voltluk aralıklarla giden düğmeler vardı Yapılan her yanlışta, öğrenci rolündeki deneğe verilen elektriğin dozu arttırılacaktı Bu arada öğrenci rolündeki denek kalbinden hafif bir rahatsızlığı olduğunu söylemektedir Öğrenci rolündeki bu insan aslında Milgram’ın asistanıdır ve elektriğe bağlı değildir


Deneğe şokun ne kadar can acıtabilecek bir şey olduğunu görmesi için 40 voltluk örnek şok uygulanır Deney başladıktan bir süre sonra, öğrenci de yavaş yavaş yanlışlar yapmaya başlar (bu durum teybe alınmış sabit ve her uygulama için aynı olan bir ses kaydıdır) Deneğin, öğrenci ile göz teması yoktur, sadece sesini duymaktadır


Denek uygulanacak gerilimi yükseltme konusunda her tereddüt ettiğinde, aşağıdaki cümleler sırayla söylenir;

1- Lütfen devam edin
2- Deney devam etmenizi gerektiriyor
3- Devam etmeniz deney için çok önemli
4- Devam etmekten başka çareniz yok, devam edeceksiniz

Beşinci hatayı yapıp da 75 volt elektriği aldığı andan itibaren öğrenci inlemeye, tuhaf sesler çıkarmaya; 150 voltta deneyden çıkmak için yalvarmaya; 180 voltta “artık acıya dayanamıyorum” diye bağırmaya başlar Öğretmen rolündeki denek panelin üzerinde ‘tehlike: yüksek şok’ yazan yerlere geldiğinde ise öğrenci duvarlara vurarak “beni bu odadan çıkartın” diye haykırır


Deneye katılan kırk kişiden %65’i (24 tanesi), karşılarındakini öldürebilecek bir seviye olduğunu bile bile, 450′e volta kadar giderler Bu hiç beklenmeyen düzeyde yüksek bir rakamdır Deneklere uygulanan kişilik testleri, bu insanların hiç de psikopat, sosyopat ya da sadist eğilimlere sahip kişiler olmadıklarını ortaya koymuştur Başka deneklerle ve başka ülkelerde defalarca tekrarlanan deneyde, benzer sonuçlar bulunmuştur Hatta bazı deneylerde, 450 volta çıkanların oranı %85’i bulmuştur Deneylerde erkekler ve kadınlar arasında itaat konusunda farklılık görülmemiştir


Yukarıda bahsettiğim bu deneyin sonuçlarını, her insanın işkenceci olabileceği ve işkencecilerin psikolojik bir rahatsızlığa ve/veya kişilik bozukluğuna sahip olmadığı yönünde yorumlamak oldukça yanlıştır Çünkü gerçek işkence ortamıyla, deney koşulları arasında belli farklılıklar söz konusudur Milgram’ın deneyinde, denekler sahte öğrenciye, gerçekte var olmayan voltajı verirken, voltajı verdikleri kişiyi görmemektedirler Tabi ki o insanların sesi, çığlıkları da engelleyici bir faktör olabilir, ancak bu deneyde olmamıştır Ayrıca görüntünün, sesten daha önemli bir engelleyici olduğu bellidir Durumsal etkenlerin de çok önemli olduğu görülmüştür Deney yapılan yerin değişmesi durumunda ( şehrin eski bir binasında, üniversite binasına oranla) itaatin azaldığı gözlenmiştir Aynı şekilde deneklerin yanında öğretmen rolünü paylaşan bir başka kişi olduğunda ve gerilimi artırmak konusunda tereddüt ettiğinde yine itaat azalmaktadır


Oysa gerçek işkence ortamında görsel ve işitsel uyaranlar birlikte görülür Kişinin başında durarak, işkence uygulamak zorunda olduğunu sürekli söyleyen birisi de bulunmaz Yani işkenceyi uygulayıp uygulamamak, işkenceye devam edip etmemek, genellikle işkencecinin kendi kontrolündedir


Her insan şiddete başvurma eğilimi gösterebilir Bunun doğuştan gelen bir eğilim olup olmadığı da tartışmalıdır Ancak her insan şiddete başvurmaz Aynı şekilde, her insan işkenceci de olamaz


İşkence vakalarının görülme sıklığı savaş ve işgal dönemlerinde, diğer zamanlara oranla oldukça artmaktadır Bu dönemlerde dünyanın pek çok yerinde devletlerin, güvenlik kuvvetlerinin çeşitli kademelerdeki mensuplarına ülkenin bütünlüğünü korumak gerekçesiyle belli talimatlar verdiği bilinmektedir (Nazi Almanya’sı döneminde olduğu gibi) Bu emirlere direnebilmek gerçekten zordur Ama bu emirleri uygulayan kişilerin rasgele seçildiğini düşünmek, bu kişilere karşı oldukça iyi niyetli bir düşüncedir


İşkence uygulayan kişilerin neredeyse tamamı, bunu kendilerinden bir üst kademede, rütbede, seviyede bulunan bir başka kişinin isteği (ya da emri) üzerine yapmak zorunda kaldıklarını belirtirler Bu sınıflandırmaya uymayan ve işkence uygulayan bir başka grup ise sadist eğilimlere sahip kişilerdir İşkence uygulamaya, bir başkası tarafından zorlanmak fikrini benimsemek, bu süreci çok basit görmek ve işkencecinin kişiliğini göz ardı etmek demektir Oysa bu konuda yapılan diğer araştırmalar her iki gruptaki işkencecilerin, güç ve kontrol yönelimli, uyum sağlamaya ve yönlendirilmeye açık, sadistik bir kişiliğe sahip olduklarını göstermektedir İşkencecilerin yakın çevresindekilere de (eş, çocuklar vs) fiziksel şiddet gösteren kişiler oldukları bilinmektedir Bu yaklaşıma göre işkencecilerin, seri katil vakalarına benzer şekilde, çocukluklarında aşırı fiziksel ve/veya duygusal istismara maruz kalma oranları oldukça yüksektir


İşkencenin psikolojik nedenlerine ilişkin tartışmalara değinmeye çalıştım Asıl önemli olan, bütün canlıların işkence karşısında masum olduğudur İşkenceye maruz kalanlar hukuksal açıdan kendilerine tanınan bütün haklardan yararlanabilmelidirler, bu konuda zaman aşımı gibi bir durum söz konusu olamaz. (alıntı)


*

"Türkiye’de tecavüzden mahkûm olan tek bir güvenlik görevlisi yok”

"BAKİRE MİSİN? FAZLA İÇERİ GİRMEYECEĞİZ"

N.C., 23-27 Eylül 2002’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltında tutuldu. Bildirildiğine göre, bir ifadeyi imzalamayı reddettiğinde saçlarından tutularak yere fırlatıldı. Bir diğeri onu yere yatırdı, ağzına ve burnuna tükürdü, tecavüzle tehdit etti. Üzerine soğuk su döküldü. İleri sürüldüğüne göre, üç polis onu çırılçıplak soyarak gözlerini bağladı. İddiaya göre yarım saat çırılçıplak durmaya zorlandı ve her tarafı okşanarak tecavüzle tehdit edildi ayrıca bakire olup olmadığı da soruldu. Birinin “Önemli değil, zaten fazla içeriye girmeyeceğiz” dediğini duydu ve yere yatırılarak tecavüz taklidi yapıldı. İddiaya göre içine hortum sokulmakla tehdit edildi, tehdit edilirken yüzü okşandı. Kusmak istedi, ancak belirtildiğine göre, “Kusarsan sana yalatırız” dendi. Vajinasına doğru su döküldü, regliyle ilgili yorumlar
yapıldı. İleri sürüldüğüne göre, elleri bağlıyken bir polis önünde çömelerek, penisini ağzına alması için zorladı.

İşkence mağdurlarından N.S: “Hamileyim” dediğimde “Olsun, bunu düşür, bir tane de benden yaparsın" dediler. Gözaltında Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi’ne göre 1997-2012 yılları arasında 158 başvuru yapıldı ama bunların hiçbirinden hüküm çıkmadı.

Uluslararası Af Örgütü raporundan)
Kaynak: ensonhaber.com

No comments:

Post a Comment