Thursday, May 9, 2013

11 EYLÜL, KİTLE PSİKOLOJİSİ VE PROPAGANDA


    
Yazarı: Julie Lévesque * Mondialisation.ca’da 06 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanmıştır. Çeviri: Nizamettin Karabenk

Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesinde görülen davası sırasında Hermann Göring** “Elbette ki, halk savaş istemez. Bu gayet doğal olup anlaşılabilir bir duygudur. Ama, her şeyden önce, savaşa karar verenler ülkelerin politikacılarıdır. Bir ülkede, ister demokratik bir yönetim, ister faşist bir diktatörlük yönetimi, ister parlamenter bir yönetim veya komünist bir diktatörlük yönetimi olsun, halkı yönetmek her zaman kolay olacaktır. Bir ülkede söz hakkı olsun veya olmasın, halk her zaman yönetenlerin istediği şekilde düşünmeye sevk edilebilir. Bu o kadar zor bir iş değildir. Halka, birilerinin ona saldırdığını söylemenin, barış isteyenlerin aslında milliyetçilik duygularından mahrum olduklarından, onları ihbar edilmesini istemenin ve ülke güvenliğinin tehlikede olduğunu konusunda halkın inandırılması yeterli olacaktır. Hangi ülke olursa olsun, siyasilerin bu işi kotarabilmenin teknikleri aynıdır” diye belirtmiştir. Propagandanın babası Edward Louis Bernays: “Demokratik bir toplumun yönetilmesinde, vatandaşların bilinçaltını, kamuoyu algısını ve kitlelerin organize alışkanlıklarını manipüle etmek önemli bir rol oynar. Ülkeyi esas yönetenler, görülmeyen bu sosyal mekanizmayı manipüle edip görünmez bir yönetin oluştururlar ” demektedir. 03 Mayıs 2010 tarihinde, 11 Eylül olayı konusunda Montréal’de yapılan konferansın medyatik örtüsü, bazı konularda gözlenen açıklığa ve daha önemli bir medyatik ağırlığa rağmen, alışıla geldiğimiz bir propaganda meydanına, bilgilerin sansür edilmesine ve başkalarını çekiştirme sahnesine zemin oluşturmuştur. Tanınmış her iki konferans düzenleyicileri, 9/11 Gerçeğinin kurucu mimarlarından, Mimar Richard Gage ve 11 Eylül olayları konusunda yazılmış 9 kitabın yazarı, Clarement Graduate Uniersity’de Clarement İlahiyat Ekolünde, İlahiyat ve Din felsefesi saygın Profesörü, 9/11 Gerçeği Alimlerinden David Ray Griffin, olayların meydana gelmesi sırasında yardım alındığı iddia edilen yorumu inandırıcı olmaktan uzak bulduğu için düzenlenen saldırılar konusunda yeni araştırmaların yapılmasını talep etmektedirler. Çünkü olay ile ilgili resmi yorum versiyonu havada kalmıştır. Birçok gazetecinin sürekli tekrarladığı bir soru vardır: Nasıl olur da, bu kadar sayıda insan, olayın resmi yorum versiyonuna inanmamaktadır? Mademki, “gerçeği söyleyenler” (truthers) veya nezaket gösterilmeden bu kişilerin saygınlıklarını düşürmek amacıyla,“komplo yandaşları” veya “komplo teorisyenleri” sıfatıyla tabir edilenler, kendi açılarından, geçen son 9 yıl boyunca açığa çıkan bu kadar bilimsel, teknik ve olgusal gerçeklerin dağ gibi orta yerde duran kanıtları arasında yere yıkılan, o zamana kadar üç kule gibi duran Dünya Ticaret Merkezi (WTC) konusunda bu kadar insanın niçin olayın resmi versiyonuna inanmadığını kendi kendilerine soruyorlar, o halde, biz de bu soruyu bir de tersine çevirerek soralım. Bu sorunu cevabı gayet basittir. Kitle psikolojisi ve propagandanın temel mekanizmaları hakkında bir az bilgi, bazı nedenlerden dolayı baş gösteren bu olguyu kolay bir şekilde anlama fırsatını bize verecektir. Bu nedenler: Fotoğrafların ve kelimelerin gücü, sosyal baskı ve ikna yöntemi. Fotoğrafların ve Kelimelerin Gücü 11 Eylül olgusu, ABD toprakları üzerinde meydana gelmiş olan en önemli olayı her kes hatırlar. Olayın yarattığı şok dünya çapında etkisini göstermiştir. Saldırıya geçen uçakların ve saldırıya maruz kalan ikiz kulelerin yıkılış görüntülerini defalarca hepimiz izledik. Saldırı sahnesi, 2003 yılında Irak’ta düzenlenen ilk bombardıman saldırıları için yapılan tanımlamada olduğu gibi, kitleler üzerinde “şok ve uyuşukluk” etkisini yaratmıştır. Yaşanmakta olan şokun etkisiyle, telkin aşılamaya elverişli bir zemin yaratılmak suretiyle, insanoğlunun beyin yetisinde bir akıl tutulması meydana gelmektedir. Öfkeye kapılıp cinnet geçiren Amerikanlılar tek bir şeyi düşündüler: İntikam almak. Herhangi bir araştırma temeline dayanmadan, bir kaç saat sonra, fanatik bir Müslüman, bir terörist sıfatıyla, Husame bin Laden olayın suçlusu olarak bize bildirilmişti. Kısa bir süre sonra, ABD emperyalizminin ideal düşmanı olan terörizmin milliyeti olmadığı ifade edilerek, İslami terörizm artık sınır tanımayan bir savaş açmıştı. İşte o günden bu yana, Batı âlemi nezdinde “terörizm” ve “Müslüman” kavramları bir arada algılan - maktadırlar. “Terörizm” kavramını duyan çok sayıda insanın aklına Müslüman vatandaşları gelmektedir. Yine bu tarihten bu yana, gelecekte başka bir “ 11 Eylül olayı” yaşanmasının önüne geçmek adına hak ve özgürlüklerimize sınırlama getirildiğini kabul ediyoruz. Bu tarihten beri, “hayatımızın her alanında değişiklikler” meydana gelmiştir. Gerçekten her şey değişti mi? Ama, kitlelerin psikolojisinde, propaganda yöntemi mekanizmalarında hiçbir değişiklik meydana gelmemiştir. En basit ifadesiyle, propaganda yöntemi hala da bir işin sürdüre geldiğini bize gösteriyor: bir olayı tekrar tekrar göstermek ve bu olayı yaymak. Bu konuda gösterdiği cüretkârlığıyla tanınan, Nazi İletişim ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels şöyle bir tanımlama yapmıştı: “ Bir olayın sürekli tekrar edilmesi ve söz konusu olayla ilgili kişilerin ruhsal durumunun iyi tespit edilmesi sayesinde, kare şeklinde bir cismin aslında çember şeklinde olduğunun kanıtlanması gayet kolay olabilmektedir. Bu aşamadan sonra, neyin “kare” şeklinde, neyin “çember” şeklinde olmasının ne anlamı vardır? Bunlar sadece basit kelimelerden ibaret olmaktadır. Kavramlarla, aracı oldukları düşünceleri birer cehalet örneklerine dönüştürdükleri aşamaya kadar oynanır.” “ Komplo Taraftarları” ve “Komplo Teorisyenleri” deyimleri İnsanlar artık 11 Eylül olayı hakkındaki resmi yorum versiyonuna inanmıyorlar. Ama neden? Hakim medya ve şaşkınlık geçiren onun entelektüel seçkinleri kendi kendilerine bu soruyu soruyorlar. Bu soruya getirebildikleri cevap gayet sabit : “komplo yandaşları” ve“komplo teorisyenleri” yüzünden. Bu iddialara sahip kişiler, karanlık zeminlere dayanan, topluma açıkladıkları konular ile ilgili olarak hiçbir sağlam temeli olmayıp sağlıklı bilgi kaynakları olmayan kişilerdir. Bu kişilerin bütün iddiaları, yaşatmakta oldukları tutarsızlıkları sürdürebilmeleri için otorite sahiplerinden, hakim medya kuruluşlarından, basından sağladıkları enformasyonlara dayanıyor. Bu iddia sahipleri, şizofren, paranoyak, zihinsel sağlıklarından kuşku duyulacak derecede değerlendirme yapılabilir kişilerdir. Bu tanımlamalar, geleneksel medyada kol gezen şüpheciliği ifade edebilmek için kaçınılmaz bir şekilde kullanılmaktadır. Griffin ve Gage bayların düzenledikleri konferansların medyatik örtüsü bu tür bir propagandanın taze bir örneğini teşkil etmektedir. Konferans Montréal’deki Québec Üniversitesinde düzenlenmiştir. Bu konferans, basına verilen makalede görebileceğimiz gibi, Profesörlük kimliği ruhunda da bir keyifsizlik meydana gelmesine neden olmuştur: ABD Rasathanesi, Raoul-Dandurand Kürsüsünde araştırmacı Julien Tourreille konferans düzenleyicilerine “entelektüel açıdan dürüst davranmadıklarını” konusunda suçlama getirmiş ve aynı zamanda onları “yalancı, düzenbaz ve dolandırıcı” sıfatıyla tanımlamıştır. “UQAM/Québec Üniersitesi - Montréal adının böylesi bir faaliyetin düzenlendiği yer olarak kayda geçmesinden üzüntü duyuyorum. Bu faaliyet, güvenilir şahsiyetleri istihdam ettiğini kamuoyuna ilan etmeye çalışan bir Araştırma Kuruluşunun güvenirlik sıfatına katkıda bulunmaz ” demiştir. Çatısı altında mesai harcadığı kuruluşun ciddiyetini arzu eden bir araştırmacı, paradoksal bir şekilde ortaya çıkan ad hominem/ kişiye özel sert saldırılara göğüs gerecektir. Bu tür saldırılar ciddiyet iddiasında bulunan bir kuruluşun bünyesinde, iki akademisyenin düzenledikleri bir konferansın, kurumsal güvenirliğine leke sürdüğü için, sergilenen çocuksu davranışlardan dolayı seviyesini düşürmeden argümanlarını ısrarla savunacaktır. .................................................................... Asch Deneyi ve Konformizm Sosyal Psikolog Solomon Asch’ın 1953 yılında yayımlanan deneyinde, bir insanın karar alma süreci, içinde bulunduğu gurubun etkisine ne kadar bağlı olduğu belirtilmiştir. Bu deneye göre, 11 Eylül olgusunun etrafında dönen 3 adet fenomene açıklama getirebiliriz: a) kulelerin yıkılması konusunda resmi ağızdan yapılan açıklamaya karşı halkın saflığı, b) resmi yorum versiyonundaki kuşkulara getirilen eleştiri şekli ve c) halkın algılama düzeyinde artmakta olan şüpheciliğin popülaritesi. Olay hakkındaki açıklama ustaca yapılmıştır: insanlar olay ile ilgili hakim yoruma ters düşmemek amacıyla, olup bitenler konusunda kendi gözleriyle gördüklerini inkar etmeye eğilim göstermişlerdir. Bu durum, sosyal açıdan, tam da 3 kulenin yere yıkılmasında meydana gelen sonuç gibidir. Yani, ikiz kuleler ve orijinal resmi raporlarda hiç değinilmeyip uzun zaman boyunca medya tarafından görmezlikten gelinen zayıf nokta Kule 7. Meydana gelen her çöküş olayı, Devlet organı, Milli Standartlar ve Teknoloji Enstitüsünün (NIST) açıklaması olan yorum; bir yapının yangın sonucunda yıkıldığının karakteristik özelliklerini taşıdığının tam tersine, kulelerin yıkılması, içerisinde kontrolü bir yıkım faaliyetinin her türlü karakteristik özelliklerini barındırmakta olan bir olaydır. Ve üstelik, insanlık tarihinde başka örneğine rastlanılmayan, yangın sonucu tamamıyla toz yığını haline gelen üç adet yapı. Konu hakkındaki düşüncelerinde değişiklik yapma yoluna gitmiş olan NIST’nin tutarsızlıklarla dolu açıklamalarına inanacak olursak, aynı yöntemle yıkılmış olan yapılar yalnızca bu kulelerdir. Zira, Richar Gage’ınde altını çizdiği şekliyle, planlı herhangi bir iş söz konusu olmadığı için, yangın sonucu yıkılmış bulunan yapılar yalnızca bu kulelerdir. Bütün olup bitenlere rağmen, kontrol altında meydana gelen bir yıkım faaliyeti ile Dünya Ticaret Merkezindeki (WTC) tanık olunan yıkım olayı arasında inkar edilemez benzerlik vardır. Bunlara rağmen, olayın seyri konusunda kuşkularını dile getirenlerin maruz kaldığı suçlama kitlelerin dikkatini çekmemiştir. Solomon Asch’ın deneyiyle, çok sayıda insanın hakim görüşe ters düşecek bir düşünceyi beyan etmedikleri kanıtlanmıştır. Ancak, bir olaya tanıklık eden bir kişinin, başkaların desteğini alabildiği zaman, bu tutumda hemen değişiklik meydana gelir. Bu tutum değişikliği, 11 Eylül Olgusu Hareketinin artmakta olan popülaritesine bir açıklama olabilir mi? Kuvvetle muhtemeldir. Esasında, terörist saldırı olayının gündeme getirilmesi, “ 11 Eylül olgusuna ilişkin herhangi bir komplo teorisinin tolere edilmemesi için” George W. Bush yönetimince ortaya atılan sistematik bir iftiraya uygun düşen marjinal bir fenomendi. Tabii ki, İslamcı bir komplo hariç. Halefi Başkan Obama’da aynı yolu denemiştir. Hakim medya da parmak ve göz işaretiyle itaat etmiştir. Bağımsız araştırmacılar ve gazeteciler tarafından ifşa edilen yalan örtüsüne rağmen, geleneksel medyanın, başından beri, büyük hevesle savunduğu resmi tezi desteklemekten başka tercihi zaten yoktu. Bu sürede, medyanın öz eleştiri yapma konusunda tam bir beceriksizlik örneğini sergilediğine tanıklık ettik ve geçirmekte olduğumuz “ yüz yılın ilk salgın hastalığına ” yakalandığını gördük: mea culpa / kabahat benim konsepti onlara tamamıyla yabancı bir konsepttir. Otoriteye karşı tutarlı bir kişilik ve eleştiri düşüncesinden yoksun olduklarını asla kabul etmezler. Başka bir otorite olan Avrupa Konseyi tarafında ifşa edildikleri zaman, yalnızca Dünya Sağlık Örgütü ve İlaç Sanayi arasındaki ilişkilerini kabul ettiler. Ama, bu kabul itirafı devede kulak olup zamanı geçmiş olan bir itiraf idi. Körü körüne kendisini otoritenin hizmetine vermeyen bağımsız medyanın tam tersine, kamuoyu nezdinde inandırıcılıklarını büyük oranda kaybettiler. Medya sektörleri otoriteye karşı denge sağlayıcı olma özelliğini taşıyan rollerinin olduğunu unutmuşlar mı, acaba? Günümüzde, insanlar, büyük oranda kendilerini yalnız his etiklerinden dolayı, 11 Eylül saldırıları konusundaki resmi iddialar karşısında, kendi düşüncelerini açıklamaktan gittikçe daha fazla korkuyorlar. Çünkü, otorite sahipleri, pratikte hiçbir faydası olmayan, kişilere yönelik çok sayıda argümanları fazlasıyla suiistimal etmişlerdir. Şayet, son on yılda baş gösteren savaşlarda katalizör görevini gören olaylar hakkında, olup bitenleri meşru bir zeminde tartışmayı engellemek için bu taktik uygulandıysa, günümüzde, bu taktiği uygulamaya koymak isteyecek kişiler komik duruma düşeceklerdir. Halk ile alay etme yöntemini tercih edenler, her zaman kendilerine dönecek olan iki ağzı keskin bir bıçakla oynuyorlar. O halde, gittikçe daha fazla insan olay hakkındaki resmi yoruma neden inanmıyor? Yoksa, “geleneksel olarak, otorite sahipleri ve medyanın daha fazla susamışçasına, sürekli tekrar edip durdukları gibi, bu tür olgular her zaman, her türlü komplo teorilerine zemin hazırlamaya mı yarıyorlar” Hayır. Çok basit bir açıklama ile, fizik yasaları ve fizik mantığı, tanık olunan olgular böyle gerektiriyor. O halde, neden çok sayıda insan da resmi yoruma inanıyor? Medyanın bu soruyu sorması gerekiyor. Şimdilik, Sosyal Psikolog Solomon Asch’ın yapmış olduğu deney, sorunun bir kısmına kesin cevabı vermektedir. *Julie Lévesque,Köreselleşme konularında Araştırma Merkezinde,Gazetecilik ve Araştırmacı **Hermann Wilhelm Göring II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın Alman Hava Kuvvetleri komutanı, 1943’e kadar polis ve ekonomi bakanlığını yaptı ve aynı zamanda Reichsmarschall (Devlet Mareşali ) rütbesine sahipti
 

No comments:

Post a Comment