Karen Horney
Nevrotik kime denir?
Kazancının
elverdiğince yaşamının tadını çıkarmaya çalışan, zamanının çoğunu kadınlarla
geçiren ya da hobilerine ayıran bir sanatçıyı nevrotik olarak görme
eğilimindeyizdir.
Böyle kimseleri
nevrotik olarak nitelememizin nedeni, toplum içinde en ön sırada yer almak,
başkalarını geçmek ve yaşamak için gerekli olan paradan daha çoğunu kazanmak
istemeyi gerektiren bir davranış biçiminin çoğumuz tarafından başka bir
davranış biçimine yer vermeyecek biçimde benimsenmiş olmasıdır. (sf.14)
Saatler boyu
ölmüş dedesiyle konuşan birisi bize göre nevrotik ya da psikotik tir, diğer
yandan ise bazı Kızılderili kabilelerinde atalarla böyle iletişimler kurmak,
benimsenmiş bir davranış kalıbıdır. Ölmüş bir akrabasının adı geçtiğinde son
derece alınan birisi bize göre gerçekten nevrotiktir, ama aynı kişi Jicarilla
Apache kültüründe kesinlikle normal olarak kabul edilecektir. Adet gören bir kadının
kendisine yaklaşmasından dehşete düşen bir erkek bize göre nevrotikken, bir çok
ilkel kabilede adet görmeyle ilgili korkular sıradan olaylardır. (sf.15)
Eskimolar
katillerin cezalandırılması gerektiğini düşünmemektedirler. (...) Bazı
kültürlerde oğlu öldürülen bir annenin acısı, öldürülen oğlun yerine katilin
evlât edinilmesiyle dindirilebilir. (sf.18)
Herkese “nevrotik”
diyebilir miyiz?
İnsanlar bir
nevroza sahip olmadan da genel davranış kalıplarından sapabilirler. Yukarıda
bahsettiğimiz, gereksiniminden fazla para kazanmak için zaman harcamak
istemeyen sanatçı nevrotik olabilir ya da yalnızca çekişmeli bir rekabet
ortamına kendini kaptırmak istemeyecek kadar akıllı olabilir. (sf.21)
Tüm nevrozlarda
göze çarpan iki ayırt edici özellik vardır: Tepkilerde belirli bir katılık ve
yetenekler ile beceriler arasındaki tutarsızlık.
Tepkilerde
katılık ile, değişik durumlarda duruma uygun tepki gösterebilmemizi sağlayan
esnekliğin bulunmamasını anlatmak istiyorum. (...)
Kişi belirli yeteneklere ve uygun koşullara
karşın yine de verimli olamıyorsa, bu nevroz belirtisidir; (...) nevrotik
kendisini, kendi yolunda bir engel olarak görür. (sf.22-23)
Normal insan,
kendi kültürünün gerektirdiğinden daha fazla acı çekmez. Diğer yanda, nevrotik
kişi, değişmez bir şekilde normal insandan fazla acı çeker. Yine değişmez bir
şekilde, savunma mekânizmaları için aşırı bir bedel öder, ki bu da canlılığın
ve gelişme gücünün bozulmasıdır. (...) Aslında, nevrotik değişmez bir şekilde
acı çeken bir insandır. (...) Nevrotiğin kendisi bile acı çektiğinin bilincinde
olmayabilir. (sf.25)
Nevroz nedir?
Bir nevroz,
korkular ve korkulara karşı oluşturulan savunma mekânizmaları ile çatışmalı
eğilimleri uzlaştırma çabalarının ortaya çıkarttığı bir psikolojik
düzensizliktir. (sf.27)
İlk olarak,
çatışmalarla dolu dış ortama bir tepki olarak doğan, böyle bir ortamla
karşılaşılmadığında ise bireyin kişiliğini etkilemeyen nevrozlar vardır. (...)
Ortam nevrozları ilgi alanımız içine girmemektedir, çünkü bunlar nevrotik
kişilik yapıları değildirler ve yalnızca belirli zor bir duruma uyum eksikliği
olarak ortaya çıkarlar. (...) Sıradan sağlıklı bir insan için hiç bir çatışma
yaratmayan bir ortama nevrotik kişinin tepki gösterdiği görülür. (sf.28-29)
Sevilme ihtiyacı
... günümüz
nevrotiklerinin en belirgin eğilimlerinden birisinin başkalarınca sevilmeye ve
beğenilmeye olan aşırı bağımlılıkları olduğunu görürüz. (...) ilgili kişiye önem
verip vermemelerinin ya da o kişinin yargılarının kendileri için bir anlamı
olup olmamasının önemi yoktur. (...) Örneğin, birisi davetlerini kabul etmediğinde, bir
süre kendisini aramadığında, hatta bir konuda aynı görüşte olmadığında
kırılabilirler. Bu duyarlılık, bir “aldırmama” tutumuyla gözlenebilir. (sf.33)
Aşağılık ve
yetersizlik duyguları hiç eksik olmayan özelliklerdir. (...) Bu aşağılık
duyguları yakınmalar ya da kaygılar biçiminde yüzeyde görülebilirler (...)
Diğer yanda, kendine olduğundan fazla değer vererek aşağılık duygularını telâfî
edebilecek gereksinimlerle, dikkatleri herhangi bir şekilde üstünde toplamakla
ya da kültürümüzde saygınlık ölçütleri olan paraya, eski tablolara, antika
mobilyalara, kadınlara sahip olmakla, seyahat etmekle ya da üstün bilgi sahibi
olmakla başkalarını ve kendini etkilemeye duyulan zorlu bir eğilimle gözlenmiş
olabilirler. (sf.34)
Korku nedir?
Endişe nedir?
Korku, kişinin
karşılaştığı tehlikeyle orantılı bir tepkiyken, endişe tehlikesiyle
orantısızdır, hatta düşsel tehlikelere karşı gösterilen tepkidir. (sf.38)
(...) bazı
kişiler, sürekli olarak ölüm endişesi içindedirler; diğer yanda bu endişeden
kurtulmak için gizli gizli ölmek isterler.
(...) korku
durumunda tehlike nesnel, görünen bir şeydir, endişe durumunda ise tehlike
öznel ve gizlidir. (...)
Korku ile
endişeyi birbirinden ayırmak için pratik yol, nevrotik kişiyle konuşarak
endişesini uzaklaştırmaya çalışmanın -kandırma yöntemi- yararsız olmasıdır.
Nevrotik kişi olayları olduğu gibi değil, kendi bakış açısıyla görür. (sf.39)
Hepimizin,
bilinç düzeyine çıkmayacak derecede hafif ve hemen unutacak kadar kısa süreli
sevgi, öfke ve kuşku duygularımız vardır. Bu duygular bizimle ilişkisiz ve
geçici olabilir, ama aynı zamanda artlarında büyük bir dinamik güç
saklayabilirler. Bir duygunun bilincimizde uyandırdığı etkinin şiddetinin onun
gücü ya da önemiyle bir ilgisi yoktur.
Bu, yalnızca
haberimiz olmadan endişelerimiz olabileceği anlamına değil, aynı zamanda
bilincinde olmamıza karşın bu endişelerin hayatımızı yönlendiren en önemli etken
olduğu anlamına da gelir.
Kişi büyük bir tehlike karşısında etkin ve
yürekli olabilir. Ama endişe karşısında kişi çaresizdir. (...)
Endişenin bir
diğer yönü, bariz mantıksızlığıdır. Bazı insanlar için mantıksız etkenlerin
onları kontrolleri altına almaları kadar dayanılmaz bir şey yoktur. (sf.40-41)
(...) Kendi
içindeki bir şeyi değiştirmesi gerektiğini görecek ve kabullenecek yerde,
sorumluluğu dış dünyaya atar ve böylece tutumunu belirleyen gerçek nedenlerle
yüzyüze gelmekten kurtulur. (sf.43)
Endişeden
kurtulmanın üçüncü yolu onu uyuşturmaktır. (...) Aşırı derecede bir uyuma
gereksinimi de aynı gerçeğe hizmet edebilir; burada ayırıcı tanı uyanınca
kişinin kendini dinlenmiş hissetmemesidir. (sf.46)
Ket vurma
Ket vurma, bazı
belirli şeyleri yapma, hissetme ve düşünme yetersizliğidir, işlevi de kişinin
bu şeyleri yapması, hissetmesi ya da düşünmesi halinde ortaya çıkabilecek olan
endişeden kaçınmasıdır. (sf.47)
(...) özellikle
önemli olan ket vurma, ister bir gezi konusunda, isterse yaşamın tümü konusunda,
plan yapmamaktır. Nevrotikler evlilik ya da meslek seçimi gibi yaşamsal önemi
olan konularda bile, ne istediklerini açıkça ortaya koymaktansa kendilerini
akıntıya bırakırlar. (sf.35)
Nevroz ne kadar
şiddetliyse, ket vurmaların sayısı da o derece çoktur. (sf.52)
Düşmanlık
duygusu
Çeşitli
biçimlerdeki düşmanca dürtüler nevrotik endişenin ana kaynağını oluştururlar.
(sf.55)
Düşmanlığı
bastırmak, her şeyin yolunda olduğunu, bu nedenle dövüşmemiz gerektiğinde ya da
en azından dövüşmek istediğimizde, dövüşmekten kaçındığımızı “taslamaktan”
başka bir şey değildir. Bu yüzden böyle bir bastırmanın kaçınılmaz ilk sonucu
savunmasız kalma duygusunun ortaya çıkması, daha doğrusu zaten var olan
savunmasızlık duygusunun güçlenmesidir. Kişinin çıkarları tehdit altındayken
düşmanlık baskılanacak olursa, başkalarının bu durumdan yararlanma olanağı
doğar. (sf.56)
Kişinin
düşmanlık duygularının farkına varmasının dayanılmaz olmasının ana nedenleri
kişinin düşmanlık beslediği insanı sevmesi ya da ona gereksinim duyması,
düşmanlığı ortaya çıkaran kıskançlık ya da sahiplenme gibi nedenleri görmek
istememesi ya da herhangi birine karşı duyulan düşmanlığın farkına varmaktan
korkması olabilir. (sf.58)
Birey düşmanca
dürtülerini dış dünyaya “yansıtır”. İlk “kandırma” yani bastırma, bir
ikincisini gerektirir: Kişi yıkıcı dürtülerin
kendisinden değil, dışarıdan ya da başka birisinden geldiğine “kendisini
inandırır” (sf.61)
Düşmanlık
duygularını bastırarak kişi kendi tarafında düşmanlık olduğunu inkâr eder,
bastırılmış düşmanlığını fırtınalara yansıtarak da başkalarının tarafındaki
herhangi bir düşmanlığı inkâr eder. (sf.63)
Ne zaman endişe
ya da endişe belirtileriyle karşılaşşam, aklıma gelen soru hangi duyarlı
noktanın incindiği ve sonuçta düşmanlık doğurduğu ile bu düşmanlık duygularının
bastırılmasını gerektiren koşulların neler olduğudur. (sf.67)
Nevroz çoğu
zaman anne ya da babadan devralınır
Temel kötülük,
değişmez bir şekilde, gerçek sevgi ve sıcaklığın eksikliğidir. Bir çocuk,
birdenbire memeden kesme, arasıra dayak atma, cinsel deneyimler gibi çoğu kez
yaralayıcı (travmatik - derin izler bırakan) diye nitelenen olaylara,
istendiğini ve sevildiğini bildiği sürece kolaylıkla katlanabilir. (...) Bir
çocuğun yeterli sevgi ve sıcaklık görememesinin gerçek nedeni, ana-babasının
kendi nevrozları nedeniyle ona bunları verememesidir. (sf.70)
Ancak düş
kırıklığı isyankâr bir düşmanlığın kuşkusuz tek kaynağı değildir. Gözlemler,
yetişkinlerin olduğu gibi, çocukların da bir çok yoksunluğa, eğer bunların haklı bir nedeni olduğuna,
gerekli ve amaçlı olduklarına inanırlarsa, katlanabildiklerini göstermiştir.
(...)
Kuşkusuz
kıskançlık da, yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da korkunç bir kine neden
olabilir. (sf.71)
Söz ettiğimiz
ortamı yaratan nevrotik ana-babalar genellikle kendi yaşamlarından hoşnut
değillerdir: Ne duygusal ne de cinsel yönden doyurucu ilişkileri vardır ve bu
nedenle de çocuklarını bir sevgi nesnesi haline getirmeye eğilimlidirler.
(sf.73)
Çocuk ne denli
korkutulursa, düşmanlığını o derece az gösterecek, hatta o derece az düşmanlık
duyacaktır. Burada altta yatan duygu “düşmanlığımı bastırmalıyım, çünkü senden
korkuyorum”şeklini almıştır. (sf.75)
Yasaklamalar ister
bariz bir sessizlikle ister açık açık tehditler ve cezalarla ifade edilsin, bu
yasaklamaların sonucunda çocuk yalnızca cinsellikle ilgili konuları merak
etmenin ve cinsel faaliyetlerin yasak olduğunu düşünmekle kalmayacak, bu
konularla ilgilenirse kendisinin pis ve iğrenç olduğuna inanacaktır. (sf.76)
Ama ailesindeki
deneyimleri ne denli kötüyse, çocuk yalnızca ana-babasına ve kardeşlerine karşı
bir kin geliştirmekle kalmayacak, diğer tüm insanlara karşı da o denli güvensiz
ve öfkeli bir tutum takınacaktır.
“Kırılganım,
çünkü incitildim!”
Dünya ile ilgili
genel endişe de yavaş yavaş gelişebilir ya da artabilir. Böyle bir ortamda
büyüyen bir çocuk, diğer insanlarla olan ilişkilerinde onlar kadar girgin ya da
atak olmaya cesaret edemeyecektir. İsteniyor, seviliyor olmanın verdiği tatlı
duyguyu yitirmiş olacak ve zararsız bir takılmayı bile zalim bir kabul edilmeme belirtisi
olarak görecektir. Başkalarından daha kolay incinecek ve kendini korumada daha
beceriksiz olacaktır.
(...) bu durum,
düşman bir dünyada sinsice artan ve her şeyi kapsayan bir yalnızlık ve
çaresizlik duygusudur. Bireysel kışkırtmalara gösterilen ani bireysel tepkiler
bir kişilik tutumuna dönüşür. (sf.78)
Basit ortam
nevrozlarında temel endişe bulunmaz. Bu nevrozlar, kişisel ilişkileri bozulmuş
olan bireylerin gerçek çatışmalı durumlara gösterdikleri nevrotik tepkilerden
kaynaklanırlar. (sf.79)
Nevrozların yapı
taşı olarak tanımlanan insanlara yönelik temel endişe ve düşmanlık tutumu, daha
az şiddetle de olsa, hepimizde gizlice bulunan “normal” bir tutum değil midir?
(sf.82)
Savunma
stratejileri
Bizim
kültürümüzde insanların kendilerini temel endişeden korumak için başvurdukları
dört ana yol vardır: Sevilmek, itaat etmek, güç, insanlardan uzaklaşmak.
(...) kişinin
herhangi bir yolla kendisini başkalarına sevdirmesi endişeye karşı güçlü bir
savunma aracı olarak işe yarar. Düşünce, “beni severseniz, bana kötülük
yapmazsınız” olmuştur.
İtaat etme
tutumu bir kuruluş ya da kişiyle ilgili değilse, herkesin her türlü isteğine
uyma ve hoşnutsuzluk yaratacak her şeyden kaçınma şekline dönüşebilir. Böyle
durumlarda birey kendi isteklerinin tümünü bastırır, eleştirme isteklerini
bastırır, başkalarının kendisini kötüye kullanmasına hiç bir savunma yapmadan
ses çıkarmaz ve hiç bir ayrım yapmadan herkese yardımcı olmaya hazır bekler.
(...) davranış
şekillerini bencil olmamalarına ya da kendi isteklerinden bütünüyle vazgeçmeye
kadar her türlü fedakârlığa hazır olduklarına inanmalarına bağlarlar. İtaat
etmenin hem özel hem de genel şekillerinde temel ilke, “itaat edersem, kötülük
görmem” olmuştur.
Burada kişi
güvenliğe gerçek güç, başarı, para, beğenilme ya da düşünsel üstünlük
yollarıyla ulaşmaya çalışır. (sf.84-85)
Başkalarına
karşı maddi yönden bağımsız olabilmenin bir yolu da kişinin gereksinimlerini en
aza indirmesidir.
Duygusal
bağımsızlık ise tüm insanlardan duygusal olarak uzaklaşmakla sağlanabilir.
(...) Böyle bir duygusal soyutlanmanın belirtileri kişinin kendisi de içinde
olmak üzere hiç bir şeye önem vermemesi ciddiye almamasıdır ki bu duruma
entellektüel çevrelerde sıklıkla rastlanır.
İnziva
Bu dünyadan
uzaklaşma mekânizması, her ikisinde de insanın, kendi isteklerinden vazgeçmesi
söz konusu olduğundan, itaat etme ya da boyun eğme mekânizmasıyla benzerlikler
gösterir. Ama itaat etme tutumunda özveri, “iyi” olma ya da diğer insanların
isteklerine boyun eğerek kendini güvenlikte hissetme amacını taşırken, dünyadan
uzaklaşma tutumunda “iyi” olma düşüncesinin hiç bir önemi yoktur ve özveride
bulunmanın amacı başkalarına karşı bağımsızlık kazanmaktır. Burada ilke “Eğer her şeyden
uzaklaşırsam, bana hiç bir şey zarar veremez” şeklini almıştır.
Temel endişeye
karşı korunma amacını taşıyan bu girişimlerin nevrozlarda oynadığı rolün
önemini değerlendirebilmek için bunların şiddetini anlamak gereklidir.
Ancak çoğu
zaman, güvenliğe ulaşma çabaları tek bir yolla sınırlı kalmaz, birden fazla
yola aynı anda başvurulur, bu ise bu yolların birbirlerine karşıt yönde
işlemeleri nedeniyle işleri daha da kötüleştirir. Sonuçta nevrotik insan aynı
anda hem herkese egemen olmaya hem de herkes tarafından sevilmeye çabalar, aynı
anda hem herkese uyum göstermeye hem de kendi isteklerini onlara kabul ettirmeye çalışır,
hem insanlardan uzaklaşmak ister hem de onların ilgisi, sevgisi için kıvranır.
Nevrozların devimsel çekirdekleri genellikle işte bu çözümsüz çatışmalardır.
Kişisel
isteklerle toplumsal gereklerin çatışması mutlaka her zaman nevrozlara yol
açmaz ama bunlar yaşamda gerçek kısıtlamalara neden olabilirler, yani
isteklerin frenlenmesine ya da bastırılmasına, daha genel bir terimle, gerçek
acılara neden olurlar. Bir nevroz, ancak böyle bir çatışma endişeye yol açarsa
ve endişeyi yatıştırma girişimleri de bunun karşılığında, aynı derecede zorunlu
olmakla birlikte birbirleriyle uyuşmayan, savunma eğilimlerine yol açarsa
ortaya çıkar. (sf.86-87-88)
No comments:
Post a Comment