Monday, June 9, 2014

Belirleyici Aklın Yeteneği

İnsan zihni ile amaç olarak belirlediği değerlerin koordineli bir şekilde ve birbirini tamamlayarak çalışmasının sonucu, akıl doğrultusundaki istek, yönelim ve hareketlerin çevreye yansıması sağlanmış, teknik ilerlemelerle uygulamaya sokulmuştur. Böylelikle toplum ya da genel olarak kitle dediğimiz doğal oluşumlarda insan birçok alanda bu gelişimini yansıtma imkânı bulmuştur. Her birimizin geçmiş ya da güncel olaylardan sezinleyebileceği bu duruma karşımıza çıkan çeşitli iktidar kavgalarında rastlar hatta bazen bu iradenin olgusal olarak belirleyici rol oynadığını görürüz. İnsan aklının özne olduğu bu iradi durum, yaşam içerisinde kitlenin ihtiyacı doğrultusunda şekillenir. Örneğin bölgedeki yerli halkı sindirme misyonu ile nehre bent çeken zihniyet aslında doğadaki en tabi maddelerden biri olan suyu metalaştırmak isteyen aklın ürünüdür. Bölgesinin ve insanlarının güvenliği için barajları patlatıp çevresinde gerilla tarzı savaşı uygulayabilen ise özgürlük bilincinin geliştirdiği aklın ürünüdür. Nihayetinde karşılıklı çatışan taktikler ve teknik olarak kullanılan araç ile yöntemler insanlık tarihinin zihin savaşımıdır. İşte bu akılsal ilerlemelere savaşlarda, çatışmalarda ve bu alanlarda kurulan ve yıkılan bentlerde, barikatlarda rastlarız. Tarihte nice deneyimlerde inşa edilen binlerce barikatın aklın öncülüğünde nasıl yıkıldığını ve yerine karşı siperlerin nasıl kurulduğunu görebiliriz.
İnsan iradesinin bu akıl sanatı, iktidar ya da ezilenlerin elinde çeşitli enstrümanlara dönüşür. Özellikle ‘şiddet’ kavramının insanlık tarihinde özümsenip planlı bir şekilde yönlendirilmesi yapılmaya başlandıktan sonra -iktidar ya da ezilen­ her ikisi için de geçerli- bu enstrümanlar her geçen gün gelişmiştir. Çünkü şiddet bilgi birikim ve teknik ilerlemelerin gölgesinde sistematikleşebilir. Herhangi bir düşünürün, taktikçinin ya da teknisyenin öne sürdüğü strateji veya üretip geliştirdiği herhangi bir materyal çatışan kuvvetlerden birinin durumunu niteliksel ve rasyonel olarak etkileyebilir. Tarihte özellikle savaş sanatı konusunda düşünüp fikir geliştirmiş ustalardan biri olan Von Clausewitz birçok çatışmayı etkileyecek hatta sonucunu belirleyecek taktikler üretmiştir. Ve bu taktikler kendi alanı içerisinde ve özgün koşullarında değerlendirildiğinde hala geçerliliğini korumaktadır. Örneklendirecek olursak: ‘’Zafere ulaşmak için kuvvetlerimizi gücün ve kuvvetin odağına yönlendirmeliyiz. Kimi çevre kuvvetlerimizi de düşmanın merkezine yönlendirmeli, beynine saldırmalıyız.’’ stratejisi İngiliz işgaline karşı yaşadıkları bölgeleri savunan halk milislerinin zafere ulaşmak için kullandıkları yöntemlerden biridir. Çatışmalarda İngiliz subaylarını hedef alan milislerin keskin nişancıları vurdukları rütbelilerle karşı kuvvetleri savaşta demoralize etmiş, askerleri yöneticisiz bırakarak savaşta kritik rollerden birini oynamışlardır. Biraz daha ileri gittiğimizde savaşçı aklın ve tekniğin pozitif getirisini Sovyetler Birliği’nin savaşta faşistlere karşı kullandığı ekipmanlarda görebiliriz. Devrimin inşa sürecinde maddi ve teknik birçok eksikliğin yaşandığı dönemde, ellerindeki makineli tüfeklerin 800 metre menzilden sonra saptığını gören Sovyet mühendisleri, ihtiyaçlar doğrultusunda 1200 metreden fazla menzilde sapmadan ateşlenebilen bir silah üretmiştir. Böylelikle Sovyet keskin nişancılarının Nazi subaylarını vurduğu ve savaşta büyük bir psikolojik üstünlük kazanması sağlanmıştır. (Son tasarımı F. Dragunov tarafında 1963 senesinde yapılarak geliştirilmiştir.) Devletin yüzlerce kozu arasında Marcos’u yaratan EZLN, okunabilir tarzın ötesine geçerek farklı bir silah kullanmış, alışılmışın ötesine geçerek iktidara ve onun medyasına meydan okumuşlar. (Yakın zamanda yapılan açıklamada: Marcos profilinin, Galeano ve daha birçok yoldaşa dönüşümü yine aklın devrimci inşasına katılan başka bir değerdir.)Bu örneklerin her biri savaşta tarafların güç dengesini etkileyecek gelişmelerdir. Dağınık halk milisleri için daha etkili saldırı, Sovyet askerleri için ise kent içi geniş ve açık alan çatışmalarında görünmez olmayı sağlamıştır. Teknik ve akılsal bu gelişme için bulunulan durumu, savaşı ya da ayaklanmayı bir adım öteye taşır.
Ayaklanmamızın üzerinden bir sene geçti. Sonrasında birçok gündemde neredeyse yılın her haftası kitleler yine sokaklara döküldü. İktidara, onun devlet terörüne karşı göğüs gerdi. İşte bu süreçte devlet, yüzlerce yıllık tarihindeki tecrübelerini kendi masasına yatırarak eksiklerini gözden geçirdi. Geçmiş dönemlerde maddi tüm imkan ve araçlarının özgüveni ile kitleyi küçümseyen devlet, bu dönemlerde karşımıza çok daha farklı şekilde çıktı. Kaba kuvvet ötesine geçemeyen devlet, özellikle yakın dönemlerimizde(1 Mayıs, Soma, 31 Mayıs eylemleri) çatışma ve alan tutma aklını değiştirdi. Taktiksel manevralarla kitlenin geçmişteki kalabalık profiline bürünmesini her koşulda engelledi. Uyguladığı saldırı karşısında devrimci şiddetin güçlenmesine izin vermedi. Kontrolü kaybettiği noktada ise daha farklı araçlarla saldırarak (Ankara’da Ethem’in, Okmeydanı’nda Uğur’un polis kurşunu ile öldürülmesi) kitle üzerinde korku yarattı. Daha geniş kapsamda operasyon yaptı veya cadı avını uyguladı. Sokak kanadını ve onu geliştirebilecek her alanda göz açtırtmadı. Yakın zamanki toplumsal yaşantımızda devlet, iktidar-ezilen savaşının özellikle sokak kanadında seviye atlayarak saldırdı. Bu da onun gücünü ve kaynaklarını kitlenin her kesiminde hissedilmesini sağlayarak kitlenin alana daha az yönelmesine neden oldu. Ayaklanmanın partiküllerini yaşadığımız çeşitli gündemlerde eski tarzdan kopamayıp akılsal ve teknik bir atılım gösteremeyen kitle, durumu geliştirememenin yanı sıra sokak savaşlarında da birçok yenilgi aldı. Dolayısıyla devletin seviye atladığı koşullarda kitlenin ya da onun devrimci parçalarının ezber bozamaması ayaklanmamızı iktidar açısından daha yıkıcı bir boyuta taşıyamadı. Aksine kimi sokak eylemlerinde iktidarın güç tekeli, geniş kesimlerin fikrinde pekişmiş oldu.
Güç, her zaman daha fazla yönetme eğiliminde. Bu doğrultuda güç kontrolünde ve hâkimiyet kavgasında şiddet belirleyici rolü oynar. Yüzlerce yıllık iktidar geleneğinin özünde, gücün yönetmeye duyduğu açlık ve şiddetin soyağacı yatar. Öyle ki devlet mekanizmasının kendini korumak adına yapmış olduğu eylemler, etkinlikler ile şiddeti kullanma konusundaki cüretkârlığı ve bu cüretkârlığın yıllarca biriktirdiği tecrübeler hâlâ onu ayakta tutan omuriliğidir. İnsan aklının bu eğilimdeki yetisi ve yeteneğini çatışan her iki taraftan da görebilmek mümkündür. Kitle, güce yönelme eğilimi sergiler ve şiddete yönelim konusundaki cüretkarlık, onun kendine saf tutup taraf belirleyeceği doğrultuyu etkiler. Bu bazen kitlenin kendi isteği doğrultusunda kendi özgün seçimi ile olur kimi zaman da korku ile gerçekleştirdiği refleks ile gerçekleşir. Psikolojik ve fiziksel baskının yarattığı acı kitleyi hareketlendirir. Bu durumun peşi sıra gelen öfke, kitlenin hareketli durumunu maddi ve manevi tüm koşullar için yönlendirme etkisine sahiptir. Fakat güç kitlenin algısında, alternatife yani kendi parçasına yönelmediği sürece hareketlilik kalıcı olmaz. İşte bu yönlendirme taktik ve teknik açıdan gelişme kaydedip kitle içerisinde bir gücün var olabileceğini gösterecek öznenin görevidir. Ezilenlerin öfkesi, ‘‘Güce karşı güç olma aklı’’ ile birleştiği koşulda uzun dönemde etkili ve değiştirici profile bürünebilir. Ayaklanmanın yıl dönümünde kitlenin sokaklara çıkmasını beklemek yerine, kitlenin güç algısını yönlendirmek, ezilenlerin meşru perspektifinde değiştirmek gerekir. Bir idealin yıl dönümünde tekrarlanmasını arzulamak sembolleşmiş bir değerin şablonunu çıkartmaktan farksızdır. Durumun sembolikleşmesi de bazen insan yaratıcılığını köreltebilir hatta öldürebilir. Tıpkı alışılmışın dışına çıkamayan kısır döngüler gibi. Ayaklanmaların yıldönümüne alışkanlıklarımızı tekrarlamak yerine kitlenin yönelimini değiştirecek ateşler yakmak gerekir. Öyle ki güç dengesini sarsacak herhangi bir akli veya teknik sıçrama, bu savaşımdaki yangını başlatacak alev olabilir. Gelişimin taktikteki ya da teknikteki ustalarından birkaçı anımsanarak başlanabilir:
Von Clausewitz, Fedorovich Dragunov…

No comments:

Post a Comment