İnsan
zihni ile amaç olarak belirlediği değerlerin koordineli bir şekilde ve
birbirini tamamlayarak çalışmasının sonucu, akıl doğrultusundaki istek,
yönelim ve hareketlerin çevreye yansıması sağlanmış, teknik
ilerlemelerle uygulamaya sokulmuştur. Böylelikle toplum ya da genel
olarak kitle dediğimiz doğal oluşumlarda insan birçok alanda bu
gelişimini yansıtma imkânı bulmuştur. Her birimizin geçmiş ya da güncel
olaylardan sezinleyebileceği bu duruma karşımıza çıkan çeşitli iktidar
kavgalarında rastlar hatta bazen bu iradenin olgusal olarak belirleyici
rol oynadığını görürüz. İnsan aklının özne olduğu bu iradi durum, yaşam
içerisinde kitlenin ihtiyacı doğrultusunda şekillenir. Örneğin bölgedeki
yerli halkı sindirme misyonu ile nehre bent çeken zihniyet aslında
doğadaki en tabi maddelerden biri olan suyu metalaştırmak isteyen aklın
ürünüdür. Bölgesinin ve insanlarının güvenliği için barajları patlatıp
çevresinde gerilla tarzı savaşı uygulayabilen ise özgürlük bilincinin
geliştirdiği aklın ürünüdür. Nihayetinde karşılıklı çatışan taktikler ve
teknik olarak kullanılan araç ile yöntemler insanlık tarihinin zihin
savaşımıdır. İşte bu akılsal ilerlemelere savaşlarda, çatışmalarda ve bu
alanlarda kurulan ve yıkılan bentlerde, barikatlarda rastlarız. Tarihte
nice deneyimlerde inşa edilen binlerce barikatın aklın öncülüğünde
nasıl yıkıldığını ve yerine karşı siperlerin nasıl kurulduğunu
görebiliriz.
İnsan
iradesinin bu akıl sanatı, iktidar ya da ezilenlerin elinde çeşitli
enstrümanlara dönüşür. Özellikle ‘şiddet’ kavramının insanlık tarihinde
özümsenip planlı bir şekilde yönlendirilmesi yapılmaya başlandıktan
sonra -iktidar ya da ezilen her ikisi için de geçerli- bu enstrümanlar
her geçen gün gelişmiştir. Çünkü şiddet bilgi birikim ve teknik
ilerlemelerin gölgesinde sistematikleşebilir. Herhangi bir düşünürün,
taktikçinin ya da teknisyenin öne sürdüğü strateji veya üretip
geliştirdiği herhangi bir materyal çatışan kuvvetlerden birinin durumunu
niteliksel ve rasyonel olarak etkileyebilir. Tarihte özellikle savaş
sanatı konusunda düşünüp fikir geliştirmiş ustalardan biri olan Von
Clausewitz birçok çatışmayı etkileyecek hatta sonucunu belirleyecek
taktikler üretmiştir. Ve bu taktikler kendi alanı içerisinde ve özgün
koşullarında değerlendirildiğinde hala geçerliliğini korumaktadır.
Örneklendirecek olursak: ‘’Zafere ulaşmak için kuvvetlerimizi gücün ve
kuvvetin odağına yönlendirmeliyiz. Kimi çevre kuvvetlerimizi de düşmanın
merkezine yönlendirmeli, beynine saldırmalıyız.’’ stratejisi İngiliz
işgaline karşı yaşadıkları bölgeleri savunan halk milislerinin zafere
ulaşmak için kullandıkları yöntemlerden biridir. Çatışmalarda İngiliz
subaylarını hedef alan milislerin keskin nişancıları vurdukları
rütbelilerle karşı kuvvetleri savaşta demoralize etmiş, askerleri
yöneticisiz bırakarak savaşta kritik rollerden birini oynamışlardır.
Biraz daha ileri gittiğimizde savaşçı aklın ve tekniğin pozitif
getirisini Sovyetler Birliği’nin savaşta faşistlere karşı kullandığı
ekipmanlarda görebiliriz. Devrimin inşa sürecinde maddi ve teknik birçok
eksikliğin yaşandığı dönemde, ellerindeki makineli tüfeklerin 800 metre
menzilden sonra saptığını gören Sovyet mühendisleri, ihtiyaçlar
doğrultusunda 1200 metreden fazla menzilde sapmadan ateşlenebilen bir
silah üretmiştir. Böylelikle Sovyet keskin nişancılarının Nazi
subaylarını vurduğu ve savaşta büyük bir psikolojik üstünlük kazanması
sağlanmıştır. (Son tasarımı F. Dragunov tarafında 1963 senesinde
yapılarak geliştirilmiştir.) Devletin yüzlerce kozu arasında Marcos’u
yaratan EZLN, okunabilir tarzın ötesine geçerek farklı bir silah
kullanmış, alışılmışın ötesine geçerek iktidara ve onun medyasına meydan
okumuşlar. (Yakın zamanda yapılan açıklamada: Marcos profilinin,
Galeano ve daha birçok yoldaşa dönüşümü yine aklın devrimci inşasına
katılan başka bir değerdir.)Bu örneklerin her biri savaşta tarafların
güç dengesini etkileyecek gelişmelerdir. Dağınık halk milisleri için
daha etkili saldırı, Sovyet askerleri için ise kent içi geniş ve açık
alan çatışmalarında görünmez olmayı sağlamıştır. Teknik ve akılsal bu
gelişme için bulunulan durumu, savaşı ya da ayaklanmayı bir adım öteye
taşır.
Ayaklanmamızın
üzerinden bir sene geçti. Sonrasında birçok gündemde neredeyse yılın
her haftası kitleler yine sokaklara döküldü. İktidara, onun devlet
terörüne karşı göğüs gerdi. İşte bu süreçte devlet, yüzlerce yıllık tarihindeki tecrübelerini kendi masasına yatırarak eksiklerini gözden geçirdi. Geçmiş
dönemlerde maddi tüm imkan ve araçlarının özgüveni ile kitleyi
küçümseyen devlet, bu dönemlerde karşımıza çok daha farklı şekilde
çıktı. Kaba kuvvet ötesine geçemeyen devlet, özellikle yakın
dönemlerimizde(1 Mayıs, Soma, 31 Mayıs eylemleri) çatışma ve alan tutma
aklını değiştirdi. Taktiksel manevralarla kitlenin geçmişteki kalabalık
profiline bürünmesini her koşulda engelledi. Uyguladığı saldırı
karşısında devrimci şiddetin güçlenmesine izin vermedi. Kontrolü
kaybettiği noktada ise daha farklı araçlarla saldırarak (Ankara’da
Ethem’in, Okmeydanı’nda Uğur’un polis kurşunu ile öldürülmesi) kitle
üzerinde korku yarattı. Daha geniş kapsamda operasyon yaptı veya cadı
avını uyguladı. Sokak kanadını ve onu geliştirebilecek her alanda göz
açtırtmadı. Yakın zamanki toplumsal yaşantımızda devlet, iktidar-ezilen savaşının özellikle sokak kanadında seviye atlayarak saldırdı.
Bu da onun gücünü ve kaynaklarını kitlenin her kesiminde hissedilmesini
sağlayarak kitlenin alana daha az yönelmesine neden oldu. Ayaklanmanın
partiküllerini yaşadığımız çeşitli gündemlerde eski tarzdan kopamayıp
akılsal ve teknik bir atılım gösteremeyen kitle, durumu geliştirememenin
yanı sıra sokak savaşlarında da birçok yenilgi aldı. Dolayısıyla
devletin seviye atladığı koşullarda kitlenin ya da onun devrimci
parçalarının ezber bozamaması ayaklanmamızı iktidar açısından daha
yıkıcı bir boyuta taşıyamadı. Aksine kimi sokak eylemlerinde iktidarın
güç tekeli, geniş kesimlerin fikrinde pekişmiş oldu.
Güç,
her zaman daha fazla yönetme eğiliminde. Bu doğrultuda güç kontrolünde
ve hâkimiyet kavgasında şiddet belirleyici rolü oynar. Yüzlerce yıllık iktidar geleneğinin özünde, gücün yönetmeye duyduğu açlık ve şiddetin soyağacı yatar.
Öyle ki devlet mekanizmasının kendini korumak adına yapmış olduğu
eylemler, etkinlikler ile şiddeti kullanma konusundaki cüretkârlığı ve
bu cüretkârlığın yıllarca biriktirdiği tecrübeler hâlâ onu ayakta tutan
omuriliğidir. İnsan aklının bu eğilimdeki yetisi ve yeteneğini çatışan
her iki taraftan da görebilmek mümkündür. Kitle, güce yönelme eğilimi
sergiler ve şiddete yönelim konusundaki cüretkarlık, onun kendine saf
tutup taraf belirleyeceği doğrultuyu etkiler. Bu bazen kitlenin kendi
isteği doğrultusunda kendi özgün seçimi ile olur kimi zaman da korku ile
gerçekleştirdiği refleks ile gerçekleşir. Psikolojik ve fiziksel
baskının yarattığı acı kitleyi hareketlendirir. Bu durumun peşi sıra
gelen öfke, kitlenin hareketli durumunu maddi ve manevi tüm koşullar
için yönlendirme etkisine sahiptir. Fakat güç kitlenin algısında, alternatife yani kendi parçasına yönelmediği sürece hareketlilik kalıcı olmaz.
İşte bu yönlendirme taktik ve teknik açıdan gelişme kaydedip kitle
içerisinde bir gücün var olabileceğini gösterecek öznenin görevidir.
Ezilenlerin öfkesi, ‘‘Güce karşı güç olma aklı’’ ile birleştiği koşulda uzun dönemde etkili ve değiştirici profile bürünebilir. Ayaklanmanın
yıl dönümünde kitlenin sokaklara çıkmasını beklemek yerine, kitlenin
güç algısını yönlendirmek, ezilenlerin meşru perspektifinde değiştirmek
gerekir. Bir idealin yıl dönümünde tekrarlanmasını arzulamak
sembolleşmiş bir değerin şablonunu çıkartmaktan farksızdır. Durumun
sembolikleşmesi de bazen insan yaratıcılığını köreltebilir hatta
öldürebilir. Tıpkı alışılmışın dışına çıkamayan kısır döngüler gibi.
Ayaklanmaların yıldönümüne alışkanlıklarımızı tekrarlamak yerine
kitlenin yönelimini değiştirecek ateşler yakmak gerekir. Öyle ki güç dengesini sarsacak herhangi bir akli veya teknik sıçrama, bu savaşımdaki yangını başlatacak alev olabilir. Gelişimin taktikteki ya da teknikteki ustalarından birkaçı anımsanarak başlanabilir:
Von Clausewitz, Fedorovich Dragunov…
No comments:
Post a Comment