AHMET İNSEL
Politika / 08/04/2014
Politika / 08/04/2014
Bu; Erdoğan hükümeti tarafından kolay yenilip, yutulacak, bir çırpıda unutturulacak bir iddia değil!
77
yaşındaki Seymour Hersh, ABD’nin ünlü ve saygın gazetecilerinden
biridir. 1969’da ABD’nin Vietnam’da yaptığı My Lai katliamını ortaya
çıkardı ve 1970’te Pulitzer Ödülü'nü aldı. 2004’te ABD askerlerinin
Irak’ta Ebu Graib Cezaevi'nde yaptıkları işkence ve kötü muamelelerin
belgelerini yayımladı. Georges Orwell Ödülü'nü kazandı. Askeri konularda
ve güvenlik politikaları hakkında iktidarların iddia ettiklerinin
arkasındaki gerçeği aramasıyla ünlü Hersh, biri Aralık 2013’te, diğeri
geçen pazar günü İngiliz basınının saygın fikir dergisi London Review of
Books’ta iki uzun yazı yayımladı. Washington Post ve New Yorker’ın
yayımlamayı reddettiği birinci yazısında, 21 Ağustos’ta Şam yakınlarına
yapılan sarin gazı saldırısını Esad rejimi güçlerinin yapmamış
olabileceği konusunda güçlü kanıtlar olduğunu ileri sürüyordu. ABD
Başkanı’nın eylülün ilk günleri için planlanan ve tüm hazırlıkları
bitirilen hava saldırısını ertelemesinin nedeninin, İngiliz askeri
istihbaratından ve ABD genelkurmayından gelen bilgiler ışığında, Irak’a
saldırı bahanesine benzer bir dezenformasyon tuzağına düşmekten
çekinmesi olduğunu iddia ediyordu. Avam Kamarası da ağustos sonunda
Başbakan Cameron’a Suriye’ye müdahale izni vermeyince, Rusların kimyasal
silahları denetimli yok etme planını Obama kabul etti. Askeri müdahale
yanlısı tutumunu açıkça koruyan Türkiye yalnız kaldı.Hersh, ikinci yazısında Obama’nın saldırı planını askıya almasına yol açan gelişmelerin kronolojisini verirken bu kez Türkiye hükümetinin El Nusra ve müttefiklerinin sarin gazına sahip olmaları ve kullanmasını öğrenmeleri için aktif rol oynadığı iddiasını dile getiriyor. Obama’nın hava saldırısını ertelemesi, Esad güçlerinin savaşta hâkim konuma geçmesi karşısında, Erdoğan hükümetinin ABD’yi müdahale etmeye zorlayacak bir provokasyon düzenlediği kanaatine varmasına bağlıyor. 21 Ağustos’taki sarin gazı saldırısının Türkiye’nin bilgisi ve belki de desteğiyle yapıldığını iddia ediyor. Bu; Erdoğan hükümeti tarafından kolay yenilip, yutulacak, bir çırpıda unutturulacak bir iddia değil!
Mayıs ayında yaptığı ABD ziyareti sırasında yapılan toplantıda, Hakan Fidan’ın konuşması için iki kez Erdoğan’ın girişimde bulunduğunu, her seferinde Obama’nın Fidan’ın sözünü “Biliyoruz” diyerek kestiğini ve sonunda “Suriye’de radikallerle ne yaptığınızı biliyoruz” diyerek konuyu kapattığını, ABD kaynaklarına dayanarak aktarıyor Hersh. Ayrıca, eski bir ABD’li istihbarat görevlisinin kendisine, 21 Ağustos saldırısının, “Obama’nın kırmızı çizgisinin aşılması için Erdoğan’ın adamlarınca hazırlanan gizli bir eylem olduğunu artık biliyoruz” dediğini belirtiyor. Bu istihbaratın teyidinin de 'Türklerin saldırıdan sonra çeşitli dinlemelerdeki keyifli ve sırt sıvazlar gibi görünen hallerinden' edinildiğini ilave ediyor.
Bütün bunların neden ABD yetkililerince açıkça söylenmiyor olmasını ise aynı kaynak, meslektaşlarının kendisine, “Türkiye’nin NATO müttefiki olduğunu ama Batı’ya güvenmediğini, çıkarlarına karşı aktif bir rol üstlenirsek daha da yanımızda durmazlar” diyerek izah ettiğini aktarıyor. “Erdoğan’ın sarin gazı saldırısındaki rolüne ilişkin bildiklerimizi açıklarsak sonucu felaket olur” dendiğini, ABD’nin de tükürdüğünü yalamak istemediğini ilave ediyor. Hersh, yazı yayımlanınca ABD resmi sözcüsünün neden bu haberi yalanlayacağını da okuyucularına anlatmış oluyor böylece.
Erdoğan hükümeti, MİT ve jandarma teşkilatı için ağır suçlamaların yer aldığı yazıda, Türkiye’de sarin gazı temin etmek üzere oldukları iddia edilen kişilerin Adana’da yakalandığı, bir kısmının serbest bırakıldığı ve aralarındaki en önemli ismin hemen Suriye’ye geçtiği hatırlatılıyor. Ve elbette internete düşen Dışişleri Bakanlığı'ndaki toplantı dinleme kaydında Suriye’ye saldırmak için bir bahane yaratılması olasılığının konuşulmasını, Erdoğan’ın Suriye politikasında askeri ve siyasi olarak açıkta kalmış olmaya karşı son derece öfkeli ve bunun sonuçlarından endişeli olmasına bağlıyor.
Hersh’ün yazısında dile getirdiği iddialara, ABD’den ve Türkiye’den "külliyen yalan" açıklaması gelmesi oyunun kuralıdır. Ayrıca Hersh’ün aktardıklarının bir kısmı da karşı dezenformasyon olabilir. Bu tip konularda devletler önce yalanlarlar ama ciddi gazetecilerin iddiaları, çoğu zaman bir müddet sonra bir şekilde doğrulanır. Örneğin, son AGİT toplantısında Türkiye Büyükelçisi İldem’in Reyhanlı suikastını El Kaide’nin yaptığını söylemesi gibi. Dışişleri Bakanlığı'ndaki toplantının dinleme kayıtlarında Türkiye’nin iki bin TIR dolusu mühimmatı Suriye’ye yolladığının söylenmesi gibi. Bunlar bir yandan hâlâ resmen yalanlanmaya devam edilen bilgiler değil mi?
Geçen yaz aylarında 'değerli yalnızlık' politikasıyla tanışmıştık. Şimdi bundan geriye yalnızlık değil, büyük bir yanlış ve onu örtmek için üretilen yalanlar mı kalıyor? Suriye’de bir gün durum yatışırsa, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne gitmesi güçlü bir ihtimal olan Beşar
Esad ve çevresindeki bir dizi devlet sorumlusunun yanında, bu mahkemenin savcıları Türkiye’den bazı isimlerle de yakından ilgilenmek istemeyecekler midir?
Not: S. Hersh’ün yazısı için http://www.lrb.co.uk/2014/04/06/seymour-m-hersh/the-red-line-and-the-rat-line
No comments:
Post a Comment