Sertan Batur
Viyana 2007
Bir an için nasıl
bir dünyada yaşıyoruz diye düşünmek bu soruların yanıtlarının kendiliğinden
belirmesine yardımcı olacaktır aslında. Etnik çatışmaların, toplumsal şiddetin,
insan hakları ihlallerinin, yoksulluğun ve sefaletin, büyük uluslar arası
şirketlerin pazar kapma yarışı uğruna peşpeşe patlayan bölgesel ve düşük
yoğunluklu savaşların egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Değerlerin,
inançların giderek yitirildiği, bireyin toplumsallıktan koparılmış ve
anlamsızlaşmış hayatını sahte ve geçici heveslerle anlamlandırmaya çalıştığı,
korkunun, kaygının ve suskunluğun küresel karakter özellikleri halini aldığı
bir dünyada. Bir avuç sermaye grubunun uluslar arası arenada atlarını
istedikleri gibi koşturabildikleri, halkoyuyla seçilmiş hükümetleri devirebildikleri,
kendi koydukları hukuk ilkelerini göz göre göre çiğnedikleri ve kitlelere ucuz
televizyon dizileri, popüler kültürün üç gün sonra unutulmaya mahkûm sanat
eserleri, bireyci ideolojiyle vıcık vıcık yoğrulmuş bilim anlayışları, eğitim
sistemleri ve maddi manevi bir dizi uyuşturucu vasıtasıyla avuntu sundukları
bir dünyada. Aşırı kâr hırsı nedeniyle doğal dengesi bozulmuş, aşırı
zenginliğin aşırı yoksullukla bir arada yaşadığı bir dünyada. Üstelik Türkiye
bu çelişkilerin keskin bir şekilde yaşandığı bir ülke.
Böylesi bir
dünyada bireyi ve kitleleri anlayabilmenin yolu, bu dünyayı anlamaktan geçiyor
önce. Üstelik sadece anlamaktan değil, bu tarihsel sürecin ezilenleriyle
birlikte bu tarihsel sürecin gerçekten tarih olacağı, özgürlükçü ve eşitlikçi
bir dünya uğrunda dünyayı değiştirmekten de geçiyor. Ancak değiştirdiğimiz şeyi
bilebiliriz. Değiştiremediğimiz şey ürkütücü bir bilinmezdir bizim için.
Dünyayı
değiştirmek öncelikle insani bir sorumluluk. Üstelik kitlelerin yarattığı artı
değerle, verdiği vergilerle ve örneğin çocuk yaşta kaportacılığa başlamak
zorunda kalan başkalarının aynı olanakları bulamaması pahasına eğitim görmüş
insanlar için toplumsal bir borç, toplumsal bir sorumluluk.
Öyleyse insanı,
davranışları, düşünceleri, zihinsel dünyası ve sosyalliği içinde anlamak,
sadece bilimsel bir merakın sonucu değildir. İnsanı değiştirmek, toplumsal bir
varlık olarak onunla etkileşim içinde değişmek, onu bilmek ve sırtından bilgi
kazandığımız insanlarla bu bilgiyi ve sonuçlarını paylaşarak başka bir dünyaya
yönelmek bizi harekete geçiren temel dürtümüz.
Eleştirel
psikoloji, psikoloji ve çevresinde böylesi bir dünya özlemi çeken farklı, bazen
birbirine zıt anlayışları kapsayan genel bir terim. Ne kadar çok eşitsizlik
biçimi varsa, farklı vurgulara sahip o kadar çok eleştirel psikoloji de mümkün.
Psikolojiyi kökünden yıkmayı planlamak kadar, onu eşitlikçi hedefler için
dönüştürmeyi talep etmek de eleştirel psikolojinin bir parçası. Ancak eşitlikçi
bir perspektif, toplumsal ve bilimsel eleştiri ve geleneksel psikolojinin
tarihsel sınırlılıklarına yapılan vurgu bütün bu yaklaşımların ortak noktası.
Anlamak ve
değiştirmek bir arada olunca, eleştirel psikolojinin de ikili bir yanı olması
kaçınılmaz bir durum. Eleştirel psikoloji anlamak zorunda. Bir yandan insanı,
ama diğer yandan toplumu, toplumun bilim üzerindeki etkisini ve psikolojiyi de.
Geleneksel psikoloji büyük oranda bireyci bir ideolojiye dayanarak, insanı
anlamak için onu tarihten ve toplumdan soyutlamak gerektiğini söylüyor. Bunu
açıkça söylemediği zamanlarda bile, yöntemini, anlayışını bunun üzerinden
kurguluyor. Üstelik dünyayı dönüştürmeye çalışmanın egemen bilimsel paradigmaya
ters düşmesinden hareket ederek, steril bir ortamda gözlemciyi ve gözleneni
birbirinden ayırdığını, böylelikle sadece anlamanın yolunu açtığını ileri
sürüyor. Böylesi bir tasavvurla ne insanı, ne de toplumu anlayabiliyor, ne de
toplumsal dönüşüme katkıda bulunabiliyor. Böylesi bir katkıda bulunmaya
kalkıştığında bile, kendi kurumsal ilişkilerinin ve sermaye egemenliğinin
sınırlarına çarpıyor ve bu ilişkiler tarafından belirlenmiş kendi sınırlarını
aşamıyor. Toplumsal eleştiri gerçek çelişkilerin çevresinde dönmekle, sezilen
gerçekliklerin suskunlukla geçiştirilmesiyle kısıtlanıyor. Eleştirel psikoloji
anlamaya ve dönüştürmeye kendisinden başlar. Eleştirel bir psikolojiye giden
ilk adım, psikoloji eleştirisidir. Ancak kapsamlı bir bilim eleştirisinden
yoksun psikoloji eleştirisi, psikologların eleştirisinden, incelmiş bir
dedikodudan öteye geçebilir değildir. Bilimin eleştirisiyse, onu ortaya
çıkartan toplumsal koşulların, üretim ilişkilerinin eleştirisinden geçer.
Eleştirel psikoloji bu anlamda politik ekonominin eleştirisinin bir parçasıdır.
Ancak psikolojinin
ya da toplumun eleştirilmesi, doğrudan doğruya toplumun değişmesi demek değildir.
Psikolojinin, bilimin ve toplumun eleştirilmesi, aynı zamanda toplumu ve bilimi
değiştirecek pratikleri de zorunlu kılar. Eleştirel psikoloji, bu anlamda
psikoloji yapbozunu bozarak edindiği parçaları toplumu, insanı ve tarihi ele
alan daha büyük bir yapbozun içindeki yerlerine yerleştirerek, geleneksel
psikolojinin tarihsel olarak çizilmiş sınırlarını belirsizleştirir, artık
psikoloji olmayan bir psikoloji (ya da hangi ismi vermek istersek) geliştirir.
Üstelik bunu toplumsal sistemin ezilenlerinden yana, ezenlerin değil,
ezilenlerin problemlerinden hareketle yapar.
Eleştirel
psikoloji pratik alanda bir yanıyla zayıf, bir yanıyla güçlüdür. Güçlüdür,
çünkü eleştirel perspektif, kendini sürekli sorgulama, değiştirme yeteneği
kazandırır. Üstelik zeminini kitlelere dayandırır, kariyer kaygılarına, sermaye
ilişkilerine, bilimsel prestije değil. Zayıftır, çünkü muhalefette olmanın tüm
engelleriyle karşı karşıyadır. Gerek siyasi, gerek akademik, gerek mesleki
olarak geleneksel yapının huzurunu her kaçırdığında engellerle yüzleşmeye
hazırdır. Bu yüzden standartlaşmış eylem kalıplarına sahip değildir. Ama bu bir
kez daha pratiği, pratiğe ihtiyacı olanlarla birlikte geliştirme gücü sunar.
***
Bugün Türkiye’de
bilimsel çalışmayı daha eşitlikçi bir toplum yolunda seferber etmeye çalışan
psikologlar ve psikoloji öğrencileri var. Ancak psikoloji eleştirisini ve
eleştirel bir psikolojiyi olanaklı kılmak için hem teorik hem de pratik
çalışmayı koordine etmek gerekiyor. Bu hem muhalefet olmanın pratik
engellerini, hem de geleneksel yaklaşımların ideolojik hegemonyasını ortadan
kaldırmanın tek yolu gibi gözüküyor. Eleştirel psikoloji bir akıma dönüşmediği
sürece, bireysel çabaların etkileri de sınırlı kalmaya mahkûm.
No comments:
Post a Comment