Karşına
çıkabilecek en kötü düşman hep kendin olacaksın.
Nietzsche
Kaybolan / Aranan
Keşişlere göre,
insan için uçurumdan aşağı düşmek diye bir şey yoktur. Zaten insan hep uçurumun
kıyısında yaşamaktadır. Bu uçurum da dünyadır.
İnsan ruhunda,
yaşam ve ölüm arasındaki o anlık sürecin kaçınılmaz bir yazgısı olarak teşekkül
eden ontik
falezler, insanın dünyada olma (sein in der welt) halinin ne kadar da
zorlu ve aşındırma gücü fazla bir deneyim olduğunu göstermektedir bize. Kişinin
karanlık ve sert yanları, bu arayışı zorlaştırırken, hiç çekinmeden
söylenebilir ki; aynı zamanda, varlığı ile de bu arayışı mümkün kılmaktadır.
Çünkü mutlak ve ideal iyilik hali, sadece Tanrı’ya ait bir durumdur. Ezelî ve
ebedî var olan ve kendini aramaya muhtaç olmayan tek varlık, sadece odur çünkü.
Ama insan, maruz
kaldığı varlık âleminin kifayetsiz bir sakini olarak, kendini, kendinde, bir
başkası ile aramaya hep yazgılı olmuş, kendini bir şey ile yabancılaştırmaktan
hiç geri adım atmamıştır. O şey, bir Tanrı - ya da bazısına göre
Tanrılar veya Tanrısızlık, olmuştur yeri geldiğinde... Yahut bilim, aşk, sanat,
meslek...
Hakikati(ni)
yitiren, dünyaya fırlatılan insan, kendini aramaya koyulduğunda, bir inşa problemi
baş göstermiştir böylece. Fakat kendini, ne ile, nasıl inşa?
Zamanın ruhu
(Zeitgeist) çok muhtelif suretlere bürünmüştür, bu meselede. Fikirsel muhakeme
ve pratiklerin çok türlülüğü, üzerinde kalınacak sabit bir zeminin
mevcudiyetini zorlaştırmış, insan teki, mevsimin tavrına bürünen doğa gibi
çeşitlenmeye mümkün ve muhtaç bir pozisyonda mesken tutmuştur kendine.
Vincent Van
Gogh ― The Prison Courtyard, 1890
|
Mahur Hülyalar /
Şedit Çöküşler
Kendisinden
kerelerce bahsedilmiş olan Endüstri Çağı ve Modern Çağın oluşum aşamalarını
tekrar etme niyetinde değilim fakat kendini arayan bireyin peşine düşmek,
kendini nasıl kaybettiği ve nasıl bulmaya çalıştığı ile alakalı olmaktadır,
mecburen.
Endüstri Çağı bir
hayal ve aynı zamanda bir hayalin sonu. Güven ve umut kaynağı olarak
içselleştirilen bu çağ, doğanın mutlak olarak insanın egemenliğine girmesi,
maddesel bolluk ve refahın insanın niteliksel meselelerine el çabukluğu ile
çözüm bulması, bilim vasıtasıyla insanın her şeyi tüm açıklığı ile kavraması
gibi birtakım sayıltılar ve kazanım ilkeleri ile yola çıkmış, ancak neticede,
felsefî manada bireyin içine konuşlanmış bir düş kırıklığı olmaktan ileri
gidememiştir. Tanrı’nın Şehri, kapılarını ‘sınırsız üretim-mutlak
özgürlük-kısıtlanmamış mutluluk’ üçgenleşmesine açması gerekirken, kapıda,
‘fesada dönüşen bir üretim-kayıtlanmış bir özgürlük-kısıtlanmış bir mutluluk’
belirmiştir.
Endüstri Çağı
vaatlerinin suya düşmesinin sebebini, Erich Fromm'un (1976) Sahip Olmak ya
da Olmak’ta , ‘yaşamın tek amacının mutluluk ya da bir başka deyişle,
maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi’ [1] ifadesindeki gibi bir
niyet sapması olarak ön-görmek, hiç de isabetsiz olmayacaktır. Maksimum hazza
ulaşmak: radikal hedonizm...
Radikal hedonizm,
cümle istek ve güdülerin tatminini hedefleyen bir yapıdır. Her
sistem gibi, enerjisini, tüm çarpıklığına rağmen korumak ve sürdürmek ister.
Epikürcü bir tasarı değildir bu. Epikür, saf hazzı, ‘ruh huzuru’
(ataraxia) adına ön plana çıkarmıştır. Radikal hedonizm daha köktenci ve
bozguncudur. Ucu açıktır, ayakları yere basmaz, çare için sapkın düşler kurar.
Ancak çare bulma saplantısı Cioran (1946) gibi söylersek "bir uygarlığın
sonunun belirtisidir; selamet arayışı da bir felsefenin sonunun…"
[2]
Her sistemin kendi
içerisinde anlamlı ve kendine has bir düzeni olduğu düşünülürse, kapitalizm de
kendini, kendi içerisinde aklileştirmekte ve sistemini bu bağlamda inşa
etmektedir. Bu, iki uçlu bir sistemdir. Bir ucu zorlayıcı, monoton bir çalışma
standardına ve sermayeye dayanırken, diğer ucu ise çılgınca bir tüketimin
nesnesi haline gelecek meta ve mekan üretimine dayanır. Daha çok tüketmek için
daha çok üretmek...
Kapitalist üretim
sistemi, monotonluğun ve gün geçtikçe artarak devam eden psikolojik tacizin (mobbing) imkânına
kapı aralayıp insanı mutsuz kılarken, diğer yandan da insanın tüketerek mutlu
olabileceği sanrısını pompalamaktadır. Burada bir açmaz vardır. İnsanı
üretirken dahi mutsuz kılan bir sistem, tüketirken nasıl mutlu kılacaktır?
Burada, mutluluk diye pazarlanan, zaten mutluluğun kendisi değil, Baudrillardcı
bir tabirle, ‘mutluluğun simülasyonudur.’ Yani ‘mış’ gibi bir mutluluk.
Üstelik mutluluk gibi sürreel bir kavramın altını doldurmak ve alıcılarına
pazarlamak, kapitalizmin zeka dolu (!) yeni medyacıları ve organik aydınları
için çok da zor bir iş olmasa gerektir.
Yeniçağ
Ruhiyatçılığı / Kişisel Gelişim Enstantanesi
Kişinin kendisi
ile sözde bir savaşım sürecini sistemleştirme iddiasında olan, 1990’lı
yıllardan itibaren popülerleşen bir ruhiyatçılık olarak kişisel gelişim,
kapitalizmin, psikoloji alanına yaptığı yatırımlardan biri olarak görülebilir.
Kişisel gelişimin mantıksal düzeni aslında bir ‘self help’ tekniğine
dayanmaktadır. Temelde kişinin kendine temasını ve kendini düzene koyma
süreçlerini teorikleştirir. Kişisel gelişim, kişinin ihtiyaç ve çıkarlarını
akılcı bir şekilde ilerletmesini ve olgunlaştırmasını hedefleyen liberter yeni
sağdan feyz alır.
‘The Secret, Limit
Sizsiniz, Değişim İçin Beyninizi Kullanınız’ gibi oldukça iddialı ve
dikkat çekici başlıklar ile piyasaya sürülen ve çok satanlar listesinde yer
alan kişisel gelişim kitapları, kapitalist argümanlarca sistemleştirilmiş ve
‘NLP’ gibi pop-bilimsel bir kuram tarafından garantilenmiştir. NLP (Neuro
Linguistic Programming), Bandler ve Grinder’in (1970) ‘modelleme’ kavramının
psikolojizasyonundan ve ardından aile terapisti ve hipnoz uygulayıcıları
Virginia Satir ve Milton H. Erickson’ın araştırmalarının harmanlamasından köken
alan psikolojik teknikler düzeneğidir. Düzenektir, çünkü temeli oldukça
matematiksel önermelerden oluşmaktadır.
NLP ilkelerinde,
insanın varoluşsal süreci, hiç tereddüt edilmeden ‘girdi-süreç-çıktı-geri
besleme’ gibi teknik bir döngüde değerlendirilir. Tüm bu laf kalabalığı,
aslında ‘daha çok başarılı olup, daha çok kazanmak’ ilkesine gönderme
yapmaktadır. Yani, ne kadar çok girişimcilik (girdi), o kadar çok
üretim (süreç). Ne kadar çok üretim (süreç), o kadar çok kâr (çıktı) ve yatırım
(geri bildirim).
İçeriğin Ölümü /
Biçimin Hükmü
Ezber bozmak ile
öğünen NLP, herkesin doğru bir model alma
yolu ile, modellenen kişi gibi olunabileceğini not
düşer. İçerik ile değil, biçim ile ilgilenen NLP, ‘bir
sanatçının yaratma stratejisi, güç bir tasarım sorunu ile karşı karşıya kalan
hayal gücünden yoksun bir aerodinamik mühendisine uygun bir şekilde
aktarılabilir.’ [3] gibi bir önerme ile psikolojinin ve eğitim
bilimlerinin referanslarını altüst etmektedir.
Strateji kavramı
NLP’de başattır. Strateji, herhangi bir öznel deneyimden bağımsız olarak
görülür. Üzerinde durulan bir diğer temel kavram olan başarı, öğrenilip
değiştirilebilen stratejiler vasıtasıyla herkes tarafından elde edilebilir.
Modelleme, ‘ortalama’ insana, mükemmelliğin kapılarını açabilen bir sihirlik
değnek olarak görülmektedir. Ancak, tesadüfîlik ya da kuantumcu ilerleyişler,
geleneksel tabir ile ‘kader perspektifi’ burada ihmal
edilir. ‘İstersen, başarırsın.’ mottosunun, insanın
biyolojik ve sosyal kaderi ile çatışan bir nitelik taşıdığı, NLP’de dolaylı
olarak görmezden gelinir. NLP’de ‘insan, gerçekliği değil, gerçeklik
hakkındaki algılarını bilebilir. Deneyimlenen gerçekliği değil, gerçekliği
deneyimleme sürecini dönüştürmek, davranış alışkanlıkları ve düşünme
biçimlerini değiştirmekten geçer.’’ [4] Buna göre, davranışlarımızı,
modellediğimiz kişilere göre değiştirirsek, başarı ve mutluluk tesadüfi
olmaktan çıkacaktır.
Arkhip
Kuindzhi ― Steppe, 1875
|
Kapitalist Ayartı
/ Mülkiyet Edinimi
Alain de
Botton ’başarılı insanların hedeflerine kendi çabalarıyla nasıl
ulaştıklarını anlatan kişisel gelişim kitaplarının gerçekte bunları okuyanları
‘’hüznün kucağına’’ bırakmaktadır.’ [5] derken pek de haksız sayılmazdı.
Kişisel gelişim kitapları, Marxist sınıf kavramının karşısına, ‘meslek, statü,
gelir’ gibi birtakım mülk edinme ile ilgili kavramları koymaktadır. Buna göre,
çok kazanan başarılı modeller, daha çok kazanmak isteyen başarısız vasatlara
bir umut kaynağı olmaktadır. Modellemenin bir tarafı özenme duygusunu harekete
geçirirken, diğer tarafı ise, ulaşılamayan bir hedefin kolay tahmin edilir bir
neticesi olarak, kişiye başarısızlık hüznünü serumlar.
‘Robin Sharma’nın
bilgesi’, dikkat edilirse Ferrari’sini satmaktadır. Buradaki meselemiz ‘bir
bilgenin, nasıl olur da Ferrari’ye sahip olup/olamayacağı’ değildir. Asıl
mesele şudur: Bir bilge, eğer
gerçek bir bilgeyse, Ferrari’sini satışa mı çıkarır yoksa hibe mi
eder ?
Kuantum Olumlama,
Kuantum Başarı: Zenginliğin ve Başarının Şaşırtıcı Bilimi, Prenslere Dönüşen
Kurbağalar, İstediğiniz Herkesi Mıknatıs Gibi Çekin, Kendini Herkes İçin
Gerekli Hale Getir gibi başlıklar ile piyasada kendine kolaylıkla raf
bulabilen kişisel gelişim kitaplarının mülk edinme ve zenginliğe ulaşmadaki
manik ısrarı, felsefi hipotezleri ve bilimsel çalışmaları kapitalist argümanlar
ile ticarileştirmektedir. Kişisel gelişim, eğitimden özel sektöre, kuantumdan
meditasyona, sanayiden çocuk bakımına kadar geniş bir yelpazede üretilen soru
ve sorunlara, tüm öz-güveni ile cevap skalası oluşturmaktadır. Kişisel
gelişimin mentörleri, yani yaşam koçları, 40 yaşına gelmiş bir yetişkine, hangi
yemeği nasıl yemesi gerektiğini, cinsel yaşantı süresinin sıklığını, işverenine
nasıl davranması gerektiğini şımarık bir uzman tavrı ile öğretirken, 40
yaşındaki birinin iradesini nasıl özgürleştirebileceğini hiç hesaba
katmamaktadır.
Başarı kavramı,
kısa sürede son verilebilme tehlikesini kendinde barındıran bir işte çalışan
biri için oldukça muğlaktır. Kişisel gelişim bu muğlaklığı, ‘Kendini yenile !’
‘Risk almaktan kaçınma!’ gibi manifest söylemler ile belirginleştirmeye
çalışır. Böylece kişi, aldığı yüzeysel eğitimler ile CV’sini yeniler. CV ne
kadar şişkin olursa, kişi o kadar uzman görünecektir çünkü. Ancak bu yenileme
meselesi, kişiye ne katmaktadır? Yenileme, var olan durumun bir tekâmülü mü,
yoksa eski ile yeni olanın işlevsel bir değiş-tokuşu mudur?
Bu Bir Emirdir:
Mutlu Ol ! / Mutsuzluk İhtimali
İlan panolarına,
reklam spotlarına, aktüel medya yayınlarına bakıldığında, bir şeylere sahip olmak
başarı ile, başarı da mutluluk ile paketlenmektedir. Bu oldukça sinsi bir
yöntemdir. Çikolata ısırığının baştan çıkarıcı erotizmi, başarılı bir erkeğin
vazgeçilmezi olan son model arabası, herkesin ama herkesin sahip olması gereken
havuzlu bahçeli rezidanslar, içildiğinde insanı mutluluk ifratından öldüren
soğuk çaylar, başarılı ve mutlu bir hayatın olmazsa olmazlığına gönderme
yapmaktadır. Ancak Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu’nda mutluluğa ‘okyanusvârî’ [6] benzetmesini
yapması, gerçek mutluluğun hiç de ‘öteki’ ile alakalı olmadığını ve kişiyi
baştan çıkaracak denli kozmik bir duygu-duruma sebep olmadığını işaret
etmektedir.
Kişisel
gelişimde ‘mutluluk normatif bir anlam kazanmış bulunuyor, yeni bir norm
nakşediyor insanın alnına: Mutlu olmak zorundasın, yoksa hayatın yaşamaya
değmez.’[7] Başarı zorunlu ise, neticesindeki mutluluk da zorunlu hale
gelmekten kurtulamaz. Ancak başarısızlık ve mutsuzluk her zaman bir ihtimaldir.
Kişi, böyle bir ihtimali saf dışı bırakırsa,
en başından itibaren, kayıtlı bir hüznün ihtimaline kucak açmış olur. Mutluluk
elbette önemlidir. Ancak kişisel gelişimin kavrayamadığı şey, mutsuzluğun başlı
başına yeni bir yaşantısal ihtimalin anlamlılığını içermesidir. Bu ihtimal de
kişinin kendisine bir ‘es’ hakkı tanıması ve soluk aldırmasıdır. Çünkü kişi, eğer en ufak bir mutsuzluğu dahi kabul edemez hale gelirse, kolayca
takatsizleşebilir ve yel değirmenleri ile savaşmak, kişinin makûs kaderi
olabilir.
Mutluluk, kişisel
gelişim terminolojisinde daha ziyade ‘pozitif düşünce’ olarak zikredilir. Negatif
Limanlardan Pozitif Sulara gibi isimlerle, zamanında ülkemizde de büyük
yankılar uyandıran kişisel gelişim kitapları, yaşamın kutupsallığını görmezden
gelmektedir. Yaşam sadece iyi olana, iyi olmaya yönelik düzenlenmiş bir olgu
değildir. Süreklilik halini almış bir pozitif bakış, kişiye soluk aldırabilecek
bir tefekkür anına yer bırakmaz. Kişisel gelişimin ve onun pozitif
bakıştaki bu ısrarcılığının, Batı’nın bir kompleksi olduğunu, Hintli yazar
Arundhati Roy’un 2011’deki bir mülakatındaki, ‘Bu hasar görmez mükemmel
hayat fikri bizde yoktur.’ ifadesinden çıkarsayabiliriz.
Didaktik Bir Son
Kendisinin peşine
düşen insan, kişisel gelişim ve benzeri aletler ile kendini yapılandırma
sürecine şüpheli yaklaşmalıdır. Zira kendi eksiğini, belki de hiç ummadığı bir
şey ile kapayacaktır. Bu şey, kendini rastlantısallık ile sunacaktır.
Mutluluğu aramak
yerine, yaşamın kutupsallığını kabul
edip, anlamı aramak daha manidar olacaktır. Zenginlik ve başarının araçsallığı
ile büyülenmek mutlak bir kayıptır. Neticede kişi kendini ararken kendinde,
mutsuzluğa, kayıplara, acılara ve başkasına da yer açabilmelidir.
F. Gökhan Özcan
Mavi
Yeşil, 91. Sayı
______________________________
[1] Fromm,
E. Sahip Olmak Ya Da Olmak, İstanbul: Arıtan Yay., 2003
[2] Cioran,
M. Çürümenin Kitabı, İstanbul: Metis Yay., 2012
[3] Dilts, R.
Grinder J. Nörolingustik Programlama: Kişiye Özgü Tecrübelerin Yapısının
İncelenmesi, İstanbul: Beyaz Yayınları, 2006
[4] Yazıcı, A.
Bektaş, Bektaş, R. Liberalizm ile Muhafazakârlık Arasında
Hipnoz: Kişisel Gelişim Fantezisi, İstanbul: Doğu Batı Dergisi 2009, Sayı
48
[5] Botton,
A. Statü Endişesi, İstanbul: Sel Yay., 2005
[6] Freud,
S. Uygarlığın Huzursuzluğu, İstanbul: Metis Yay., 2013
[7] Schmid,
W. Mutsuz Olmak, İstanbul: İletişim Yay., 2014
No comments:
Post a Comment