
Sevgi
konusununda öğrenilebilecek bir şey olmadığı sanısını doğuran ikinci önerme de
sevginin bir yeti sorunu değil, bir nesne sorunu sanılmasıdır. İnsanlar sevme’nin
kolay olduğunu, asıl güçlüğün sevecek – ya da sevilecek – nesneyi bulmak
olduğunu sanırlar. Bu tutumun, çağdaş toplumun gelişme tarihinde yatan birçok
nedeni vardır. (...)
(...) Ekinimizde
tümüyle satınalma açlığı üzerine, alanın da, verenin de isteyerek girdiği bir
alışveriş anlayışı üzerine kurulmuştur. Çağımızın insanı vitrinlere bakmakla,
peşin olsun, taksitle olsun alabileceği her şeyi satın almakla mutlu
olabilmektedir. Çağımızdaki insanlar öbür insanlara da aynı açıdan bakarlar.
Erkek için çekici bir kız – kadın için de çekici bir erkek – peşinden koşulacak
ganimetlerdir. “Çekicilik” çoğu zaman, kişilik pazarında çok tutulan, çok
aranan özelliklerden yapılmış bir pakettir. Kişiyi çekici yapan şeyler, gerek
vücut, gerek kafa bakımından zamanın modasına bağlıdır. (...) Alışveriş üstüne
dönen, maddesel değerlerin en üstün değerler olduğu bir ekinde insanlar arası
ilişkilerin de mal mülk ve iş pazarında geçerli olan yöntemlere göre
yönetilmesine şaşmamak gerekir.
(...)Cinsel
kutuplaşma insanı özel bir birleşmeye sürükler. Erkek ve dişi öğelerin
kutuplaşması tek tek erkek ve kadında da görülür. Nasıl fizyolojik bakımdan
erkekte de, kadında da karşı cinsin hormonları varsa, davranış bilimleri açısından
da kadın ve erkek iki cinslidir. İçlerine alma
ve nüfuz etme, madde ve ruh özellikleri taşırlar. Erkek – ve kadın da- kendi
içinde bütünlüğe, ancak içindeki dişi ve erkek kutupları bağlaştırarak
varabilir. Her türlü yaratıcılığın temeli bu kutuplaşmada yatar.
(...) Kadınla
erkek arasındaki sevgide kadın da, erkek de yeniden doğar.
(...)Sevgide iki
varlığın bir olması, gene de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri ikilemi
gerçekleşir.
(...) O denli
üstüne düşmesi çocuğunu çok sevdiğinden değil, onu sevememesini gizlemek
istemesindendir.
(...) Bu açıdan
bakılırsa insanın kattığı anlam dışında yaşamın hiç bir anlamı yoktur; insan
başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır.
(...)Başka birisine kendime yetemediğim için
bağlanıyorsam, karşımdaki kadın ya da erkek benim için bir cankurtaran olabilir
belki ama aramızdaki bağ sevgi bağı olamaz. Çelişik gibi görünse de yalnız
kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.
Sevgi bir
etkinliktir; edilgen bir olay değildir; bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye
kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle
tanımlanabilir; Sevgi vermektir, almak değildir.
(...) Sevgiden
vazgeçilemeyeceğine göre, sevgi konusundaki başarısızlığı yenmenin bir tek yolu
kalıyor: Önce başarısızlığın nedenlerini incelemek; sonra da sevginin ne
olduğunu anlamaya çalışmak.
(...) sevgi,
sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir.
(...) Olgun
sevgi, “Seni sevdiğim için sana
gereksinmem var” der.
Sevgi yalnız
belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi
nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek insanı seviyor, başka her şeye karşı
ilgisiz kalıyorsa, sevgisi sevgi değil, birlikte -yaşamaya bağlılık ya da
yaygınlaştırılmış bir bencilliktir.
(...) Başka
birisine “Seni seviyorum” diyebilirsem, “sende herkesi seviyorum, seninle bütün
evreni seviyorum, sende kendimi seviyorum” diyebilmem gerekir.
(...) Birisini
sevmek yalnız güçlü bir duyguya kapılmak değildir; bir karardır, bir yargıdır,
bir söz vermedir. Sevgi yalnızca duygudan oluşsaydı birbirine ölünceye dek
sevmek için söz vermek gerekmezdi. Duygular gelip geçicidir. Eyleme yargı ve
karar karışmamışsa o duygunun ölünceye dek süreceğini nasıl bilebiliriz?

Erich Fromm
No comments:
Post a Comment