05/06/2016 14:50
ALPER
HASANOĞLU
Otoriter
kişilik denince akla hemen ötekine hakim olmaya, baskı kurmaya ve onu kontrol
etmeye çalışan insan gelir.
Diğer uçta ise
boyun eğen, itaat eden ,
baskıya hayır demeye cesaret edemeyen kişi ya da kişiler vardır. Analitik
sosyal psikolojinin kurucusu olan sosyolog ve psikanalist Erich Fromm, hakim
olan ve hakim olunan tarafların birbirlerine olan bağımlılığına dikkat çeker ve
her ikisini de otoriter karakter olarak tanımlar; aralarındaki tek olmasa da en
önemli fark, Fromm’a göre, aktif ve pasif olmalarıdır.
Her iki
tarafın, aktif ve pasif olarak sınıflandırılan otoriter kişiliklerin öncelikli
ve en derindeki ortak noktaları bir yeti eksikliğidir: Kendine hakim olabilme
yetileri yoktur, bağımsız değillerdir, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse
özgürlüğe tahammül yetileri gelişmemiştir.
Bu anlamda
otoriter karakterin karşı kutbunda olgun insan bulunur. Ötekine sıkı sıkı
tutunmak zorunda değildir olgun insan, çünkü dünyayı, insanları aktif bir
biçimde kavrar. Ne demektir bu?
Çocuk henüz
tutunmak zorunda olan canlıdır. Anne karnında, henüz bedensel düzlemde, anneyle
birdir. Doğumdan sonra, aylarca bakıma muhtaç olması anlamında uzun bir süre
annenin bir parçası olarak kalır. Kişiliği gelişene kadar da yıllarca anneye
bağımlıdır.
Annenin
desteği olmadan var olması dahi mümkün değildir. Ama çocuk büyür ve gelişir.
Yürümeyi, konuşmayı ve dünyada oryantasyonunu bularak, içinde bulunduğu çevreyi
kendi dünyası yapmayı başarır.
Otoriter
karakter ötekine ihtiyaç duyar
İnsana verili
iki şey vardır, insan onlar aracılığıyla kendini geliştirir; sevgi ve akıl.
Sevgi, kendi
bağımsızlığını ve bütünlüğünü koruyarak, dünyayla bir-olmak ve ona
bağlanabilmektir. Seven insan dünyayla bir bağ içindedir, kaygı duymaz, çünkü
dünyada kendini evinde hisseder. Kendini unutabilir, çünkü kendinden emindir.
Sevgi,
duygusal yaşantı düzleminde dünyayı bilmektir. Başka bir bilme durumu daha
vardır, o da düşünsel düzlemde kavramak. Bu kavrayış akıldır. Akıl zekadan
farklıdır. Zeka belli pratik hedeflere ulaşmak için düşünme yetisinin
kullanılmasıdır.
Şempanze,
kafesin dışındaki muza elindeki her iki sopayla da ulaşamadığında, iki sopayı
birleştirerek muzu alırsa zekasını kullanmış olur.
Akıl ise
yüzeyde görünenin ardında yatanın ne olduğunu kavramak için gerekli olan
düşünme eylemidir. Akıl insanı kaygı ve güvensizlik duygusundan uzaklaştırır.
Akıl dünyayla düşünce düzleminde, sevgi ise duygu düzleminde bağlanma
yaşayabilmek için gereklidir.
Otoriter
kişiliğin sevme ve aklını kullanma yetileri olgunluğa ulaşmamıştır. Bu da derin
bir kaygı duygusunun kişiliği ele geçirmesiyle sonuçlanır. Otoriter kişilik
sevgi ve aklın gerekli olmadığı bir bağlanma hissetmeye çalışmak zorundadır.
Bunu da
simbiyotik bir ilişkide, ötekilerle bir-olma halinde bulur.
Ötekilerle
bir-olma hali ancak kendi bireyselliğinden vazgeçmesi, kendi benlik
bütünlüğünün yok olması sonucu gelişebilir. Otoriter karakter ötekine kendi
izolasyon ve kaygı duygusuyla başa çıkamadığı için ihtiyaç duyar.
Mazoşistik
insan, derin bir kaygı hisseder
Fromm,
otoriter karakteri iki alt gruba ayırır; hakim olan ve hakim olunan.
Pasif-otoriter karakter mazosiştiktir ve boyun eğmeye meyillidir; bilinçdışı da
olsa daha büyük olan bir bütünün parçası olma arzusu taşır. Daha büyük bir
insanın, bir düşüncenin ya da bir kurumun.
İnsan, düşünce
ya da kurum gerçekten önemli ya da güçlü olabilir veya ona inananlar tarafından
öyle algılanabilir; önemli olan pasif-otoriter kişinin öznel olarak buna
inanması ve bu sayede kendini güçlü ve büyük ve/ya da büyük bir şeyin bir
parçası hissedebilmesidir.
Buradaki
paradoks, kişinin büyük olanın parçası –büyük– olabilmek için kendini
küçültmesi gerekmesidir. Kendisi sorumluluk almamak ve karar vermek zorunda
kalmamak için emir almayı bekler.
Bağımlı,
mazoşistik insan, derin bir kaygı hisseder, çoğunlukla bilinçdışı olarak
değersizlik, terkedilmişlik duygusu vardır.
Bu
terkedilmişlik duygusunu aşıp kendini güvende hissedebilmek, daha büyük bir
şeyin parçası olarak kendi değersizliğini aşabilmek için birine, bir şeye tabi
olabilmek ister. Bu sayede kendini de harika, büyük ve güçlü hisseder.
“Mazoşistik,
pasif karakteri anlamaktan daha zor olanı, aktif-otoriter, sadistik karakteri
anlamaktır.” der Fromm.
Sadistik-otoriter
karakter, kendine boyun eğenlere karşı güçlü ve kendinden emin gözükse de
kaygılı ve tek başınadır, yalnızdır.
Mazoşist daha
büyük bir şeyin küçük bir parçası olduğu için kendini güçlü hissederken,
sadistin kendini güçlü hissetmesi, kendine bağımlı olanları ne kadar içine
alabildiği, bir anlamda onları ne kadar yok edebildiğiyle ilgilidir.
Sadistik-otoriter
karakter en az mazoşistik-otoriter karakter kadar bağımlıdır. Sadistik-otoriter
karakterin güçlülüğü aldatıcıdır. Kendine bağımlı insanlar var olduğu müddetçe
güçlü ve kendinden emindir. Gücünü kaybetmesi, kendi başına kalması ve kendine
biat edenlerin azalması sonucunda olur.
Sadist insanın
asıl amacı karşısındakine acı vermek, onun canını yakmak değildir. İstediği,
ihtiyaç duyduğu şey ötekini kontrol edebilmek, onu çaresiz bir duruma
sürükleyip kendi isteklerinin bir nesnesi haline getirmektir.
Ötekinin
cesaretini kırıp köleleştirebilmesinin en radikal biçimi ona acı çektirmektir.
Türkiye
‘topluluğu’nun otoriterliğinin nedeni babasızlık
Mazoşist ve
sadist karakter özelliklerinin ortak noktası simbiyotik ilişkiye muhtaç
olmalarıdır, bu nedenle otoriter karakter, içinde hem mazoşist hem de sadist
özellikler barındırır.
Örneğin evinde
eşi ve çocuklarına sadistik bir şiddet uygulayan otoriter karakter, iş yerinde
patronuna mazoşistik bir şekilde boyun eğebilir.
Yeterince
olgunlaşmış, yani sevmeyi ve aklını kullanmayı bilen insanın otoritesi yalnızca
kendi benliği üzerinedir. Neyi nasıl yapacağı, kendi kararlarını nasıl alacağı,
içine düştüğü zor durumlarda kendi güç ve yetilerine mi güveneceği, yoksa
yardım mı alacağı konusunda yeterli olgunluğa sahip kişidir.
Özgürlükten
korkmayan, ‘sahip olmaya’ değil,‘olmaya’ değer veren üretken
bireydir olgun insan.
Türkiye ‘topluluğu’ insanlık
tarihinin tanık olduğu en otoriter topluluklardan biridir. Bunun nedeni de,
sadistik ve mazoşistik özelliklerin gelişmesine neden olan en önemli travmatik
yaşantılardan biri olan ve daha önce birçok yazımda ele aldığım‘babasızlık’ durumudur.
Belki Diken
okurları için babasızlığı yeniden ele almakta fayda var. Bu da ileriki
yazılarda.
http://www.diken.com.tr/otoriter-karakterin-yalnizligi/