1 Temmuz 2013
Haziran ayı başından beri ülke olarak çok ilginç, bir o
kadar da adrenalin dolu günler yaşıyoruz. Onbinlerce insan bireysel özgürlük
arayışıyla sokaklara dökülüp, barışçıl yöntemlerle protesto hakkını kullanmaya
çalışırken orantısız bir polis müdahalesi ile gaza boğuluyor, dövülüyor, basınçlı su ile
püskürtülüyor, bazen gözlerinden ve hatta canlarından oluyorlar.
Sahilde durduk yerden saçından sürüklenen genç kızlardan,
tekerlekli sandalye ile TOMA suyuna maruz kalan direnişçiye, bir otoparkta
kıstırılan üç gencin kendilerinden sayıca çok üstün bir polis grubu tarafından
sıkıştırılıp dövülmesine kadar pek çok video seyrettik. Çocukların, yaşlıların
suratına biber gazı sıkılışına, mahallede devriye gezen polisin evlerin camını kıtıp
içine gaz bombası attığına, hastane içine TOMA ile su sıkılışına şahit olduk.
Geçtiğimiz ayın bence en vurucu sahnesi: TOMA, tekerlekli
sandalyedeki bir vatandaşımıza basınçlı su sıkıyor.
Peki bu polisler içinde hiç mi vicdan sahibi kimse yok?
Nasıl oluyor da polis birliklerinin tamamı, her sağduyulu vatandaşın
tüylerini ürpertecek müdahalelerde bulunuyor, insanların yüzüne doğrudan ateş
edip gözlerinin akmasına sebep oluyor, ancak bu dehşet verici sahnelere rağmen
aldıkları emirleri uygulamaya tereddütsüz devam ediyorlar?
İşte bu soruların yanıtları toplum psikolojisinin çok ilginç
konuları olan otoriteye itaat ve ötekileştirme başlıkları altında gizli.
Milgram Deneyi: Otoriteye “Hayır” diyememek….
Yale Üniversitesi Psikoloji bölümünde çalışan Stanley
Milgram, meşhur Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın mahkemesinden üç ay
sonra şu soruyu sorar:
“Nazi Almanyası’nda yaşanan soykırıma aktif olarak katılan
binlerce kimse yaptıkları korkunç şeyin ne kadar bilincindeydi? Bu kötülükleri
bilerek, isteyerek ve farkında olarak mı yapmışlardı, yoksa toplu bir ahlaki
değişim ile kendi değer yargılarını görmezden gelerek otoritenin isteği
doğrultusunda sadece emirleri mi uyguladılar?”
Milgrim Deneyi düzeneği: Öğretmen (T), önündeki mekanizmadan
diğer odadaki Öğrenci’ye (L) elektrik akımı veriyor. Öğretmenle aynı odada,
arkasında oturan Gözetmen (E), tereddüt anında devam etmesi için uyarıda
bulunuyor.
Bu hipotezini test etmek isteyen Milgram, psikoloji tarihine
geçecek meşhur Milgram Deneyi’ni düzenler.
Önce, deneye katılacak gönüllüler bulunur. Gazete ve sokak
ilanları ile toplanan gönüllüler, cezalandırmanın hafıza ve öğrenme üzerine
etkisi konulu bir deneye katkıda bulunacaklarını sanmaktadırlar.
Gönüllüler laboratuvara geldiklerinde, üzerinde otorite
sembolü olan beyaz önlük giymiş olan bir “deney gözetmeni” ve kendileri gibi
bir başka gönüllü ile karşılaşırlar. Deney gözetmeni, gönülllere, bu deneyin “cezalandırmanın
öğrenme üzerinde etkisi” ile ilgili olduğunu söyler, ve gruptakilerden birinin
öğretmen, diğerinin de öğrenci olacağını anlatır. Öğretmen, öğrenciye sorular
soracak, öğrenci soruları bilemediğinde gittikçe artan elektrik akımı ile
öğrenciyi cezalandıracaktır. Kura yöntemi ile
kimin “öğrenci”, kimin “öğretmen” olacağı belirlenir.
Rollerin belirlenmesinin ardından, gözetmen, öğretmen ve öğrenci,
öğrenciye ait cezalandırma odasına girerler. Burada, öğretmen vereceği elektrik
akımının nasıl bir mekanizma ile öğrenciyi cezalandıracağını görür. Öğrenci
sandalyeye oturtulur, kolları kayışlarla bağlanır. Deney gözetmeni ve öğretmen
deneyi başlatmak için bitişik odaya geçerler.
Bu odada, öğretmen’in oturacağı bir masa ve masanın üzerine
elektrik şoku vermesini sağlayacan bir düzenek vardır. Düzenek üzerinde 15 Volt
arayla 15 Volttan, 450 Volta dek uzanan şiddet
seçenekleri mevcuttur. İlaveten, belirli aralıklar “düşük şok”, “orta şiddette
şok”, “şiddetli şok”, “çok şiddetli şok”, “hayati tehlike” ve “xxx” olarak
etiketlenmiştir.
220 Volt’un şehir akımı olduğu ve oldukça tehlikeli olduğunu
anımsamakta fayda var. Milgram şokmetresinde, 300 Volt civarı “çok şiddetli
şok” 400 Volt civarı, “hayati tehlike” ve 450 Volt’luk şalter de “xxx” olarak
etiketlenmiştir.
Milgram Deneyinde kullanılan şok cihazı paneli.
Ancak öğretmen rolünü oynayacak gönüllülerin
bilmedikleri birkaç şey vardır.
Hem deney gözetmeni, hem de öğrenci rolünü oynayan diğer
gönüllü aslında deneyin birer parçası, Milgram ile çalışan profesyonel
aktörlerdir. Kura ile roller
belirlenirken de, hile yapılmış ve gerçek gönüllü her zaman “öğretmen”, aslında
bir aktör olan gönüllü ise her zaman “öğrenci” rolüne atanmıştır.
İlaveten, öğretmenler, deney gözetmeni ile şok odasını terk
ettikleri anda, öğrenci rolü oynayan aktör sandalyesinden kalkmış, yerine bir
teyp cihazı bırakmıştır. Öğretmen her bir şok seviyesindeki düğmeye basarken,
karşılık olarak önceden yapılmış bir ses kaydı çalmaktadır. Öğretmenin
verdiğini sandığı şokun şiddetine göre bu kayıttaki ifadeler değişmektedir.
Düşük akımlar için sadece hafif acı nidaları varken, yüksek akıma karşılık
gelecek kayıtlar iç paralayıcı çığlıklar, artık öğretmene durması için
yalvarmalar şeklinde hazırlanmıştır. Hayati tehlikenin başladığı 300 V
civarındaki kayıtlardan birinde öğrenci’nin iç paralayıcı bir şekilde çığlık
attıktan sonra “Yalvarırım artık durun, dayanamıyorum! Ben kalp hastasıyım.
Kalbim tekliyor, kendimi iyi hissetmiyorum!” diye bağırdığı duyulur. 350 V ve
sonrası ise, öğrencinin bilincini kaybettiği, hatta öldüğü izlenimini verecek
şekilde sessiz bırakılmıştır.
Gönüllüler, her yanlış cevapta, “öğrenci” rolünü
oyandığına inandıkları kişiye artan miktarda şok vereceklerdir. Gönüllü, şok
verme konusunda tereddüte düştüğünde deney gözlemcisi “lütfen devam edin” veya
“deneye devam etmemiz gerekli” gibi cümlelerle gönüllüleri devam etmeye teşvik
edecektir. Ancak son karar gönüllünündür, bu teşviklere rağmen deneye devam
etmek istemediklerini söylemeleri halinde deney sonlandırılacaktır. Deneyi
bırakmak istediklerini ifade etmezlerse, deney ölümcül şok seviyesi olan 450 V
kadar sürdürülecek ve gönüllü üç defa 450 V şoku uyguladıktan sonra
sonlandırılacaktır.
Deneye başlamadan önce, gönüllülere 45 Voltluk akım
verilerek, verdikleri akımın ne kadar acıyacağı konusunda bir fikir sahibi
olmaları sağlanır.
Deney başlar…
Pekçok denek, vücut dilleri stres belirtileri göstermesine
rağmen akım vermeye devam ediyor.
Pekçok gönüllü 135 Volt civarında tedirgin olmaya
başlayarak, arkalarında duran beyaz önlüklü ‘deney gözetmeni’ne sorular sorarak
deneyi sorgulamaya başlarlar. Çoğu, gözetmenin “lütfen devam edin” uyarısının
ardından vücut dilleri oldukça bariz tedirginlik ve stres belirtileri
göstermesine rağmen öğrenciye artan miktarda elektrik şoku vermeye devam
ederler. Gönüllülerin pek çoğu, yan odadan gelen acı dolu çığlık
seslerini duyduklarında kendi kendine gülme, oturduğu yerde kıpırdanma gibi
sinir bozukluğu belirtileri göstermelerine rağmen deneyi sürdürürler.
Milgram deneyi, sıradan insanların otoriteden aldıklar
emirler karşısında kendi değer yargılarını bir kenara koyup, otorite emirlerini
teredüttsüz uyguladıklarını gösteren çok çarpıcı bir örnektir.
Deneyin sonuçları öylesine beklenmediktir ki, ne Milgram ne
fikirleri sorulan muhtelif üniversitelerden diğer psikiyatristler deneyin
sonuçlarını öngörebilmişlerdir. Deney öncesinde yapılan anketlerde, 100
gönüllüden en fazla 3 tanesinin en yüksek akım seviyesine çıkacağı
öngörülmüştür. Çoğu anket katılımcısı, gönüllülerin çoğunun en fazla 10.
seviyeye (150 Volt) geleceğini tahmin etmiş, hemen hepsi 100 gönüllünün en
fazla 4 tanesinin 300 Volt civarına kadar çıkacağını düşündüklerini
belirtmişlerdir.
Oysa Milgram’ın sonuçları tek kelimeyele tüyler
ürperticidir. İlk yapılan deneyde, katılımcıların %65’i (40 gönüllüden 26
tanesi), deneyi sonlandıran en yüksek ceza seviyesi olan 450 Volta kadar
çıkmıştır. Bu insanların çoğu, karşılarında kendileri gibi bir deney gönüllüsü
olduğunu sandıkları insana bu seviyelerde elektrik akımı verirken soğuk soğuk
terlemelerine, dudaklarını kemirmelerine, inlemelerine, sinir krizi
geçirmelerine rağmen öldürücü seviyede akım vermekten imtina etmemişlerdir.
Tekrarlayan deneylerde de, insanı dehşete düşüren benzer
rakamlara ulaşılmıştır. 1999 yılında, Milgram deneylerinden 35 yıl sonra
maryland Üniversitesi’nden Thomas Blass, pekçok farklı kurum ve kişi tarafından
yürütülen Milgram deneylerini toplayarak bir meta-analiz yapmış, ve deneklerin
otoriteye sorgusuz itaatinin pekçok deneyde benzer seviyelerde olduğunu ve
ortalama itaat oranının %61-%66 civarında olduğunu saptamıştır.
Aşağıda, orjinal deneyden sonra yapılan bir benzer deneyden
görüntüler mevcut. ( Türkçe altyazılı)
Stanford Hapishane Deneyi: Bir ötekileştirme klasiği
Milgram deneylerinden yaklaşık 8 yıl sonra, 1971 yılında,
Philip Zimbardo isimli bir psikoloğun önderliğinde Standford Üniversitesi’nde
bir başka tarihi deney gerçekleştirir. Deneyin esas amacı, hapisane
koşullarının tutukluları ve gardiyanların psikoloji ve davranışlarını nasıl
etkildiğini ve hapishanelerdeki kötü muamelenin nedenlerini bulmaktır. İki hafta
sürmesi planlanan deney, katılımcıların beklenmedik davranış ve hareketler
sergilemesi üzerine 6. günde sonlandırılacaktır.
Stanford Hapishane Deneyi
Zimbardo ve ekibi, iki hafta sürecek olan bu hapisane
deneyine katılmayı kabul eden 70 deneğin en sağlıklı olan 24 tanesini
seçerler. Seçilen 24 kişinin tamamı psikolojik testlerden geçirilir, psikolojik
ve fiziksel sağlıklarının yerinde oldugu, herhangi bir uyuşturucu kullanım
öykülerinin olmadığı onaylanır, hepsinin sabıkaları incelenir ve geçmişte
herhangi bir suçtan sabıkalı olmadıkları teyit edilir.
Deney hakkında bilgilendirilen ve yazılı olarak izinleri
alınan katılımcılar, yazı tura yöntemi ile rastgele bir şekilde iki gruba
ayrılırlar. Gruplardan biri, izleyen iki hafta boyunca mahkum, diğeri de
gardiyan rolu oynayacaktır.
Stanford hapishane Deneyi’nden bir gardiyan.
Gardiyan grubuna, üniformayı andıran tek tip haki gömlek ve
pantolonlar, göz temaslarını engellemeye yarayacak aynalı güneş gözükleri ve
tahta coplar dağıtılır.
Zimbardo, mahkum rolü oynayanların hapisaneye geliş sürecini
gerçek tutuklama sürecine benzetmek için bölgedeki polislerden yardım ister.
Polislerin de işbirliği yapması ile, mahkum olarak seçilen 12 gönüllünün evine
polis arabaları giderek gönüllüleri silahlı soygun suçundan tutuklarlar.
Stanford Üniversitesi laboratuvarlarında kurulmuş olan sahte hapishaneye
getirilen mahkumlara, gerçekte tutuklanıp hapse atılan kimselere uygulanan
muamelenin aynısı uygulanır. Hepsinin sabıka fotoğrafları çekilir, soyulurlar,
üzerleri aranır ve göğüs kısmında numara olan tek tip birer kıyafet
giydirilirler. Gardiyanlar ve deneyde hapisane müdürü rolu oynayan Zimbardo, bu
aşamadan sonra, tutuklulara isimleriyle hitap etmeyi bırakırlar ve
numaralarıyla hitap ederler. Ardından, gerçek tutuklulara yapılan kafa
kazıma sürecini taklit etmek adına saçlarını gizleyen birer bone giydirilir ve
hücrelerine gönderilirler. Amaç, tutuklu rolü oynayan gönüllülere,
özellikle birseyselliklerini tehdit altına sokacak muamele yaparak, gerçek
tutukulularla özdeşmelerini sağlamaktır.
Deneyin ilk günü sakin geçer. Ancak ikinci gün, tutuklular
beklenmedik bir şekilde isyan çıkarırlar. Karyolalarını kapının arkasına
barikat olarak yığar ve gardiyanların komutlarına karşı gelirler. Bu reaksiyona
karşı, gecikmeden gardiyanlardan beklenmedik bir tepki gelir. Gardiyanlar,
tamamen kendi inisiyatiflerini kullanarak, araştırma ekibinin müdahalesini
beklemeden, bir yangın söndürme tüpünü kullanarak, tüpten dondurucu
soğukluktaki karbondioksit köpüğünü mahkumların üzerine püskürterek onları
etkisiz hale getirmeye çalışırlar.
Kısa zaman içinde, düzme hapisanedeki koşullar tuhaflaşır.
Her iki rolü oynayan denekler de, bunun aslında bir rol olduğunu bildikleri
halde gerçeklikten kopmaya başlarlar. Mahkumlar gittikçe daha sinik bir
hale gelir, gardiyanlar mahkumlara zulüm edecek yeni yeni yöntemler keşfetmeye
başlarlar.
Gardiyanlar, mahkumların şiltelerini alıp onları yerde
uyumaya zorlarlar. İttatsizlik eden
mahkumların tuvalete gitmelerine engel olur ve ihtiyaçlarını, hücre
içinde, verdikleri kovaya yapmalarını isterler. Gardiyanlara karşılık
veren veya emrileri dinlemeyen mahkumların hücrelerindeki pislik kovalarının
boşaltılmasına müsaade etmezler. Mahkumların kafasına kesekağıdı geçirip, zaman
zaman anadan doğma soyarak onları aşağılamaya, verdiği cevapları beğenmedikleri
mahkumları ancak ayakta duracak kadar büyük ve karanlık bir hücrede, hücre
hapsine mahkum etmeye başlarlar. Deney gözlemcileri, daha sonra yazdıkları
raporlarda, gardiyan rolü oynayan deneklerin yaklaşık üçte birinin ciddi
sadistik eğilimler sergilediklerini rapor edeceklerdir.
Gardiyanlar sadistleşirken, mahkumların psikolojisinde de
ciddi bozulmalar baş göstermeye başlar. Kimi mahkumlar, ağlama ve sinir
krizlerine tutulmaya başlarlar. Aralarındaki birlik hissiyatı bozulur, her biri
sinik ve silik bireyler haline gelirler.
Ondört gün sürmesi planlanan deneyin altıncı gününde,
Zimbardo’nun o zaman kız arkadaşı olan (ve daha sonra eşi olacak olan) psikolog
Christina Maslach, deneyin gerçekleştirildiği düzmece hapishaneyi ziyaret eder
ve gördüklerine inanamaz. Maslach’ın tepkisi, kendini hapisane müdürü rolüne
iyice kaptırmış olan Zimbardo’nın hapisanede yaşanan ve artık işkence haline
gelmiş olan durumu görmesini sağlar ve deney altıncı günde, ani bir şekilde
sonlandırılır. ( İşin ilginç tarafı, deney hapisanesine, o ana kadar dışarında
yaklaşık 50 gözlemci ziyaretçi olarak gelmesine rağmen, Maslach’a kadar hiçbir
gözlemci, hapisanede yaşananlar konusunda bir tepki vermemiştir.)
Deney bittiğinde, mahkum rolü oynayan denekler rahat bir
nefes alırken, gardiyan rolü oynayan denekler, deneyin erken bitirilmesinden
duydukları hoşnutsuzluğu dile getirirler.
Otoriteden emir alan bireyler, bulundukları mevki ve
giydikleri üniforma ile bireysel değer yargılarını rafa kaldırabilirler.
Milgram ve Stanford deneyleri, son bir aydır ülkemizde de
net olarak gözlemlediğimiz bir duruma ışık tutuyor:
Son derece normal insanlar, otoriteden emir aldıklarında
kendi değer yargılarını bir kenara bırakabilir, ahlaki değerlerle bağdaşmayacak
davranışları kendilerine mazur göstermeye başlayabilirler. İlaveten, normal
insanlar kolaylıkla bulundukları mevki, üzerlerindeki üniforma ve
birbirlerinden aldıkları güçle kısa zamanda gözü dönmüş şiddet uygulayıcılarına
dönüşebilirler.
Hepimiz, hayatımız boyunca otoriteye itaat etmemiz gerektiği
söylemleri ile büyütülürüz. Çocukluktan itibaren önce anne babamızın sözünü
dinlememiz öğretilir, sonra öğretmenlerimizin, güvenlik güçlerinin,
patronumuzun…. Bu söylemle yetiştiğimizden, pekçoğumuz için otoritenin
istekleri, uyulması gereken birer emir olarak algılanır. Çoğu insan,
bireysel konumda olduğunda, yasal bir otorite tarafından kendisine söyleneni
düşünmeden, yargılamadan kabul
etme ve yerine getirme eğilimindedir.
Bu refleksten kurtulmak için yapmamız gereken şey, öncelikle
insan psikolojinde böyle bir zayıf nokta olduğunu bilmek, bu durumu
kabullenmek ve yukarıda anlatılan deneklerin durumuna düşmek üzere olduğumuz
anlarda bu zayıflığımızı anımsayıp birlik olmaktır. İnsanların
birbirlerinden aldıkları destek, baskıcı otoriteye karşı gelme yolundaki en
önemli araçtır.
Milgram’ın 1974’teki bir sözü ile bitirelim:
“Bizler, ipleri toplum tarafından yönetilen birer kukla
olabiliriz. Ama en azından, çevresini algılayabilen, irdeleyebilen kuklalarız.
Özgürleşmemizin ilk adımı da bu farkındalık olacaktır.”
Notlar:
Günümüzde, hem Milgram hem de Stanford deneyi benzeri düzenekteki
deneyler artık etik komitlerince onay verilmeyen deneylerdir. İki deney
de katılımcılarına acılar ya da kalıcı ruhsal bozukluklar yaşatma
potansiyeli olan deneyler olduğundan, artık tekrarlanmamaktadırlar. Daha önceki
sayılarımızda, iyi niyetle başlayıp sonu kötü biten deneylere ilişkin bir yazı
yayınlamıştık. Konu ilginizi çektiyse Yoldan çıkan psikoloji deneyleri başlıklı yazımızı da
okumanızı öneririz.
Kaynaklar:
Stanley
Milgram. Official Website.
Milgram, Stanley
(1963). Behavioral
Study of Obedience. Journal of Abnormal and Social Psychology 67 (4):
371–8.
The
Stanford Experiment. Official Website.
30 years later, The Stanford Prison Experiment lives on.
The Stanford Report, 2011
Tavris, C., & Aronson, E. (2007). Mistakes were
made (but not by me), why we justify foolish beliefs, bad decisions, and
hurtful acts. Orlando :
Harcourt, INC.
Cialdini, R. B. (2007). Influence, the psychology of
persuasion. New York , NY : Harper Paperbacks.
Yazar
Işıl Arıcan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra ABD'de Sağlık Yönetimi üzerine yüksek lisans ve ardından gene ABD'de tıbbi bilişim ve proje yönetimi üzerine danışmanlık yaptı. Halen Stanford Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nde Bilgi İşlem Direktörü olarak çalışıyor. Çeşitli bilim dışı iddiaları ve hurafeleri inceleyen Yalansavar isimli blogun kurucusu ve yazarıdır.
ALINTI:
http://www.acikbilim.com/2013/07/dosyalar/otoriteye-itaat-ve-otekilestirme.html
Milgram Deneyi
Stanford Prison Experiment: A Rebellion Breaks Out